30 Mart 2012

Fatih Temizsu - Belalımız İBB

Doğrusu birçok beşiktaşlı gibi bendeniz de manisa maçı sonrası kartalın vites yükselteceği umuduna kapılmıştım. Bir taraftan da sonraki ilk lig mücadelesinde rakibin belediye olması bu umudun üzerine kara bulutlar taşımıyor değildi.Yazı başlığındaki arabesk havanın aksine İBB beşiktaş için son derece gerçek. Ne de olsa süper lige çıktığından beri belediye takımı futbolcu kadrosu ne olursa olsun beşiktaşı hep yenmiş yada bir puanla göndermişti. Nitekim, tarih tekerrürden ibarettir gerçeği yine vuku buldu ve ibb takımı, sonucu bi kenara bırakın topun ne olduğunu bile unutturdu ciddi bir süre boyunca beşiktaşa. İlkyarı boyunca topu önde geçtikleri kısımda bile sürekli beşiktaş sahasına taşımaya çalıştılar. Özelliklle Edin Visca ve tom kenarlardan çok etkili geldiler son pas tercihlerinde biraz daha akıllıca oynasalrdı ilk yarı 2'yi bulurlardı. Tabi attığı harika gol ve 2. golde viscaya çıkardığı ortayla unutulmaması gereken asıl isim Efe İnanç.
Buna karşın beşiktaşın 1 puanı alması hatta nerdeyse bunu 3e çevirecek olmasında tek etkili adam yine fernandesdi. Ortada bastı,koştu, oyunu soğuttu inanılmaz ara paslar çıkardı. Hele 2. golde vatandaşına çıkardığı o matematik dehası inceliğinde arapas: Topu aldığı yerden itibaren sürüşü, saklayışı ve kanat oyuncusunun en müsait olduğu anda ölümcül hamle zamanlaması durdurulabilir cinsten değildi. Bu sene tüm hezimetlere rağmen bu takımda belki bir dahga göremeyeceğimiz bir playmaker izledik ya..



Öte yandan fernandesin oyununa oltadan kaçan solucan etkisi yapan veli diye ne idüğü bilinmez bir yetenek yoksunu var.Bir futbolcu nasıl dili dışarı çıkacak kadar sahada koşup aynı ölçüde topu hep yanlış kullanır ? Anlamak mümkün değil. Adam kontrada yada set hücumunda kaleye diye vurduğu her topu en az 5 metre üste sağa yada sola sallıyor. Hadi bu ona zor geliyor. Peki 2-1 iken kontrada boş kaleye atamadığı topu nasıl açıklayacağız? Bu adamla olmaz. Trabzona gönderlimeli ki burak gibi bir zamanlar guiza bile olmayan bi adamdan günümüz ideal santroforu elde eden Şenol güneş tarafından yontulsun!


Gelelim carlos carvalhal'e. İdeal stoper çifti sivok&egemeni bozup egemeni sola alması nasıl bir futbol gerçeğidir? Bundaki ana amacı nedir? Biri bana anlatsın! Evet futbolcu bile olduğundan şüphe etmeme rağmen ekremin daha fazla yeridir defansın solu egemene nazaran. Heralde onu buna iten ana faktör boludan yiyilen golde ekremin yanından elini kolunu sallaya sallaya geçen boluluyu durdurmaması idi. Tamam bunu kabul edelim. İyi de yerine oynattığın adam orda sürekli çizgiyi bozuyor. Arkaya adam kaçırıyor. 2-2 olana dek sürekli solda egemenden kaynaklı madeni kullanıyor ibb. İşte iyi hoca golü beklemeyen adamdır. O beraberlik golünde asıl suçlu egemen değil carlostur! İşin gerçeği bu sezon kaybedilen puanlarda carlosun öne geçilen oyunlarda takımı sahasına çekmesi ve oyuncu tercihlerinin büyük etkisi olduğu kanısındayım. İlginç olan ise portekizli teknik adamın son verdiği demeçlerde,alınan kötü sonuçlardan sonra, kendisine bir zamanlar iyi hoca diyenlerin kötü demeye başladığını vurgulaması. Üstelik carlos bu sezonu genel olarak beşiktaş adına başarılı buluyor. Geçen sene 5. idi bu yıl ilk 4te diyor. Oysa birçoklarının hiç umrunda olmayan türkiye kupasında boluya elenen beşiktaşın son yıllarda bu kupaya damga vurduğundan bihaber sanırım. Bana kalırsa biri dışında diğer portekizliler gönderilmeli. Kalması gereken yegane portekizli'nin sadece abdala malum olmadığı aşikar heralde!

Pazar günü samsunla oynayacak beşiktaş. Hiç de kolay değil işi. Can havliyle mücadele edecektir samsun takımı. Bakalım ne olacak..

27 Mart 2012

Farız Yıldırım - Çakır-Terim

GS-TS maçı heyecan yönünden vasatın üstündeydi. Bir tarafta TS baskısı, diğer tarafta Cüneyt Çakır’ın yoktan var ettiği sarı kartlar, Galatasaray adına oyuncu-teknikadam-taraftar düzleminde kolektif bir gerginlik yarattı. Bu maçtaki performansını dışarıda bıraksak bile, şunu içtenlikle söylemek gerekir ki, Çakır kesinlikle hak ettiğinin fevkinde bir kariyere sahip. Öyle tahmin ediyorum ki yıllardır kendisi gibi hakem anlamında da şampiyonalarda boy gösteremeyen Türkiye’nin, Çakır için seferber ettiği lobinin bunda etkisi büyüktür. Naçizane, söz konusu iltifata Aydınus’un elyak olduğunu düşünüyorum.

Maçta, sezon başında olduğu gibi Terim’in hayal gücünü yine zorladığını gördük. Karabük’ten gönderilen Batdal’ı oyuna alması kadar, ona şişirilecek toplar için de yüzüne bakmadığı Gökoğlan ve Türkiye liginin en kötü ortalarına imza atan Sabri’ye başvurması, hatta Melo’yu forvete göndermesi ilginçti. Rakibin ayağından sekip eliyle buluşan top, Sabri adına orta; Galatasaray adına ise skor anlamında büyük bir isabet oldu. Çünkü Cimbom, ikinci yarıda tıpkı Fener gibi Trabzon’u da sahadan silmiş, en azından bir puanı hak edecek bir oyun sergilemiş durumdaydı. 

Batdal’ın acemice kalecinin hareket yönü doğrultusunda yakın direğe gönderdiği topun adresi uzak direk olsaydı, Cimbom, Fener maçında kaçırdığı son dakika zaferini bu maçta telafi edebilir, Batdal da Semih ve Emre gibi şans bulmak anlamında bundan sonraki maçlarda büyük bir krediye konabilirdi.

Cihad Özsöz - Maç İzlemek İstiyoruz!

sözlerimize ligtv'nin canlı yayınlardaki başarısızlıklarıyla başlayalım. yönetmenleri daha önce hangi alanlarda tecrübe edinmişler bilmiyorum ama canlı maç yayınları sırasındaki rezaletlerin sonu yok. gerektiğinde gereken pozisyonun tekrarını göstermeyip, maçın orta yerinde alakasız bir tekrara giren ve spikerin "ve top auta gidiyoğr" nidalarıyla, sona eren bir pozisyonu kaçırdığımızı bize hatırlatan kanal yönetimi kendi topuğuna sıkıyor farkında değil. diğer tarafta d-smart "ihale koşulları değişti, rekabet ortamı değişti" diye ihaleyi yenilettirmenin derdindeyken bu denli kalitesiz yayınlar devam ederse tff de bir gün karar değiştirir diye tahmin ediyorum. sonuçta bu iş para işi..

tff'nin el atması gereken bir diğer konu da reklamlar. maçtan önce, maç sırasında ve maç sonrasındaki reklam yoğunluğu cidden maçı çekilmez hale getirebiliyor. bilhassa maç içerisinde, örneğin kaleci aut atışı kullanacakken maraton tribününe sabitlenen kameraya geçilmesi ve orada seyircilerin üzerinde görünen reklamların uzaması, bu sırada ekranın köşesinde hareketlenen oyuncuları görmemiz ve kameranın bir türlü oraya dönememesi gibi olaylar neredeyse her maçta 2şer 3er kez tekrarlanıyor. maç biter bitmez saha içindeki sevinç ya da hüzün anlarını göstermek yerine reklam çılgınlığı yaşatmaları da ayrı bir mevzu. kendilerine hatırlatayım, siz reklam girince insanlar değiştiriyor kanalı, mesela rıdvan&güntekin ikilisine gidiyorlar. düşünün para verip aldıkları ligtv'yi kapatıp her platformda yayın yapan bir kanala geçiyorlar. en azından biz geçiyoruz çoğu zaman. zira tribünlerdeki galibiyet şovlarını yayınlamıyor bizi reklamlara boğuyorsunuz. tff'nin buna bir standart getirebileceğine inanıyorum. 

gelelim yayın haklarına ödenen ücretlerin ligin kalitesine katkı yaptığı yalanına. yayın hakkından doğan gelirlerin takımlar için büyük bir gelir kaynağı olduğu doğru ancak yönetim alanında ülke olarak yeterli profesyonelliğe ulaşmadığımız için bu paralar çoğunlukla tatil yapmaya gelen yabancılara harcanmakta. isim olarak büyük olsa da takıma katkısı az olan oyuncu çok fazla. yani demem o ki, çok para verince olmuyor bu işler. 

bu yayın hakkı mevzusunun ailelerin aylık giderine getirdiği yük de az değil. misal ben türkiye ligini izlemek istemiyorum. bu yılki şike tartışmaları yüzünden avrupa futbolunu izleyeyim de neşemi bulayım diye düşünüyorum. ne mümkün! premier lig ligtv'nin kapalı kapıları ardında. ben premier lig'i içeren pakedi almış olduğum halde ligtv kafasına göre paket içeriğini değiştirip benden aylık ek ücret istedi. zaten parasını ödemekte olduğum premier lig'i kapatıp bir daha para istediler yani benden. almadım. juventus'u takip edeyim desem d-smart edinmem gerekiyor. hepsini geçtim sadece avrupa kupası maçlarını izleyeyim desem star'ın devrinden dolayı o konuda da kafam karışık. bir maç izliyoruz, bir sonraki hafta bakıyoruz diziler diziler. ntv ispanya ligiyle ilgili bir karar değişikliğine giderse yakında para ödemeden maç izlemek tamamen imkansız hale gelecek. kaçak yollarla internetten izlemek için bile eve internet bağlatıp belli bir ücret ödemeniz lazım. kısacası, bir futbolsever olarak aynı anda iki lig takip edebilmek için aylık en az 70-80 lira gibi bir ücret ödemeniz gerekebilir. türkiye şartlarında iyi para. o kadar parayı veren bir yığın insan var, ligin kalitesi de ortada. karışık işler..

Cihad Özsöz - Maddi Manevi Yıkım

yönetim fakiri ve nicedir "acaba beni ne zaman gönderecekler" kişisi carvalhal'in bir faciasını daha izledik dün akşam. aylardır neden oynatılmadığını sorduğumuz oyuncuların hepsi birden son dakikalarda sahaya daldı ve bir o yana bir bu yana koşuşturdular. yeni bir şuursuzluk vakası daha.. burak kaplan'ın ilk 11 oynamasına ziyadesiyle sevindim fakat kendisi sezonun ilk haftaları oynanıyormuş havasındaydı. bunun sebebi elbette 32 haftadır doğru düzgün oynatılmamış olmasıydı. ancak yine de halı sahada adam eksik kaldığı için kenardan çağırılan eşofmansız ve ayakkabısız adam halleri çok fenaydı bu akşam. oyuna çok yabancıydı.

fernandes ve simao yine bildiğimiz gibi. fernandes yırtınıyor simao seyrediyor. üzerine ernst'in etkisizliği ve ne idüğü belirsiz veli kardeşimizin bir türlü kaleyi bulamaması eklenince fena bir orta saha oldu beşiktaş orta sahası. hele veli o yenen golden önce kaçırdığı pozisyonu atamayacaksa neyi atacak çok merak ediyorum. bir zamanlar bir amaral vardı, kariyerinde hiç golü olmayan bir orta saha oyuncusuydu. onu anımsıyorum veli'yi her gördüğümde. hilbert'in takımdaki en iyi alternatif olmasına rağmen savunmadaki bazı eksiklikleri bugün yenen ikinci golde bir kez daha kendisini gösterdi. efe topu alıp çalım atıp dönüp ortayı yapana kadar çoktan bölgesine dönmüş olması gereken hilbert malesef gol olduğunda anca yetişti rakibine.

acil bir sağ bek takviyesi ve 4-4-2'ye dönüşten sonra orta sahanın sağında düşünülebilir hilbert. forvette de misal bugün mehmet&mustafa denenebilir, madem oynayacak gücü vardı ikinci yarıya da mehmet yerine bebe ile başlanabilirdi. geç kalınmış rotasyonlar (ki bebe sakattı biliyorum ama mehmet sezon başından beri yatmakta) beşiktaş'a playoff'ta bir şey kazandıracak gibi görünmüyor. ayaklarına kadar gelen ikincilik iddiasını bile elinin tersiyle iten futbolcuların derdi ne bilmiyorum, bilemiyorum.

son olarak fikret orman'ın temkinli açıklamalarını desteklemekle birlikte "beşiktaş'ın şampiyonluk adayı olması" konusunun bu temkinliliğe kurban gitmesini doğru bulmadığımı belirteyim. şu ligdeki futbol kalitesinde beşiktaş gibi bir takım her sezon her haliyle şampiyonluğa oynayabilmelidir. schuster ve hiddink'le başlayan "abartmayın o kadar da iyi değiliz" gerçekçiliği abartıldığında takımlara ve futbol kalitesine zarar verecektir. vermiştir de. zaten bu zihniyet sayesinde beşiktaş'ın başına carvalhal layık görüldü. bazı yorumcular da çıkmış "rıza çalımbay düşünülebilir, sonuçta deplasmanda fenerbahçe'yi 4-3 yenmişti" falan diyor. kendilerine derin bir "hadi ordan" armağan ediyorum.

bir zamanlar bu ülkedeki oyuncular ünlü futbolculara benzediği için onların isimlerini lakap olarak alıyorlarmış. mehmet özdilek'in "şifo" lakabı en bilinen örnek. o zaman şifo'nun benzeri olan mehmet beşiktaş'ı sırtlar götürürdü dün gibi hatırlıyorum. şimdi quaresma'nın simao'nun benzerleri değil bizzat kendileri bu takımdalar ancak şifo mehmet'in tadını vermiyorlar malesef..

26 Mart 2012

Saim Can Beritan - F1'e Şifreli Müdahale!

90li yillarin sonlariydi... Universiteye hazirlik maratonuyla gecen zamanlarin disinda bizler icin en buyuk eglence, kuskusuz televizyondu, o yillarda. Ne sosyal medya vardi hayatimizda ne de sifreli sinav polemikleri... Konvansiyonel medya flas gorselleriyle veriyordu OSS sorularinin calindigini, sinav arefesinde... Iste boyle bir Turkiye fotografinda kesfetmistim Formula 1'in renkli ve heyecanli dunyasini.



"F1'e Sifreli Mudahale" basligina baktiginizda, yukaridaki paragraftan hareketle, konuyu, OSS'deki sifre hadisesine baglayabilecegimi dusunebilirseniz. Ancak gelmek istedigim noktanin orasi olmadigini vurgulayarak biraz daha sabrinizi rica ediyor ve 90'lar nostaljisine devam etmek istiyorum.

Gunumuzun populer kavramlarindan biri olarak sifre kavrami ne tesaduftur ki yine 90li yillarda Turkiye'nin gundemine gelmisti. Cine5 adinda bir kanal, dekoder diye adini daha once hic duymadigimiz bir kara kutuyla hayatimiza birden girivermisti. Yillarca acik kanaldan izledigimiz futbol maclari ya da filmler sifreli verilmeye baslanmis yalnizca -belki de bir pazarlama stretejisi olarak- yayinlarin basi ve sonu sifresiz olarak izleyici ile paylasiliyordu. O zamanlar belki hayal dunyamin sinir tanimaz mesafeleri kat etmesinden belki de Turk Milli Egitim nosyonundan gecmisligimden*, izlemek istedigim futbol macinin ya da filmin basini ve sonunu sifresiz izler geri kalanini da ekran basindan ayrilmayarak diledigimce kendim tamamliyordum. Cogu zaman radyodan ses destegi alarak, fantazi futbolda ulastigim seviyeyi daha gercekci bir zemine cekme cabalarim dun gibi hafizamda...



Cine5'in 90'larda Turkiye'de ustlendigi -yukarida tasvir etmeye calistigim- bu misyonu bir kenara koyalim... Televizyonlarda sifreli olarak ilk kez yayinlanan "Temel Icgudu"nun, Cine5 araciligi ile Turkiye'de 80 kusaginin hayal gucunu, ondan sonra gelen kusaklara gore daha yaratici ve zengin hale getirdigini ancak simdilerde idrak edebildigimi itiraf etmeliyim...

Sonuc olarak,gectigimiz haftalarda Formula 'in yayin haklarini D-Smart'in aldigini ogrendigim gun bu yaziyi yazmaya karar verdim. 90'lardaki cocukluk donemim film seridi gibi onumden hizlica geciverdi, tipki start-finis duzlugundeki F1 araclarinin vinnlayarak gectikleri gibi... Ancak ilk sikanda pilotlarin yasadigi g-kuvveti misali ben de savruluverdim... NTV, Okay Karacan, Michael Schumacher, Juan Pablo Montoya, Istanbul Park, Ferrari ve daha niceleri...  

 90'larin ortasina kadar Besiktasimin maclarini TRT'de izlerken birden bire hayatima giren Cine5, Besiktasim ile arama uzak mesafeler koymustu... Simdi de Besiktasimin futbolun tum kulvarlarinda yaris disi kalmasina nazire yaparcasina, Formula 1'e yeniden merhaba diyen M. Schumacher'in, en azindan siralama turlarindaki iyi performansini firsata cevirmek isteyen D-Smart, F1'in yayin haklarini alarak,  Besiktasim ile arama girmeye cabaliyor sanki... Her seye ragmen Cine5'e kizmiyorum. Besiktasimi belki benden almisti ancak bana muazzam bir hayal dunyasi hediye etmisti. Peki sen D-Smart! Ne vaad ediyorsun bana? Formula 1 ve Michael Schumacher'in yaninda NBA ve Jeremy Lin'i mi?...Yoksa "Cocuklugumun Besiktas'ini mi?" 


* Ilkokuldan beri zihinlerimize kazinan, duz yazida giris ve sonucun onemi uzerine...

Zafer Karali - Mücadele İyi Hakem Kötüydü

Trabzonspor dün gece Colman, Alanzinho ve Zokora’nın orta alandaki performansıyla göze çarptı, bu üçlünün pas yüzdesi yüksek olunca Trabzonspor orta alanın ve oyunun hakimi oldu. Eğer kanatlarda Volkan ve Olcan biraz daha hareketli, biraz daha becerikli olabilseydi ve Burak egoizmden biraz uzaklaşabilseydi çok daha farklı bir skor da olabilirdi fakat tüm teknik analizleri gölgede bırakacak bir hakem skandalı vardı sahada. Öyle ki uluslar arası arenadaki en önemli hakemimiz Cüneyt Çakır'ın beklenmedik biçimde yaptığı hatalar güzel bir futbol gecesini mahvetti dersek yanlış bir analiz olmayacaktır.

Trabzonun ilk golünde faul yoktu, Galatasaray'ın penaltısı kesinlikle yanlış çünkü sekip gelen bir toptu. Gösterilen , gösterilmeyen kartlar bütünüyle yanlış, avantajlar yanlış, uzatmalar yanlış,…

Özetle çok zevkli ve futbol adına keyifli olabilecek bir geceyi hakem hataları nedeniyle bitse de gitsek modunda izledik.


25 Mart 2012

Murat Turfan - Atamayana Gene Attılar

Trabzonspor enteresan bir takım. Bloklarının üçünün aynı anda iyi oynadığı bir maç bu sezon izlemedik. Bu akşam Galatasaray savunma hattının top kullanma becerisi ve isteği Trabzonspor ileri uç elemanlarında özellikle Burak’ta olsaydı bu maç Trabzonspor lehine 3-0 biterdi. Burak kurtarıcı rolünün tam tersine son 4-5 maçtır takımı baltalıyor. Bir çalım atmak ya da 15 mt sprint atmak şut çekme hakkı getirmiyor yazık ki. Ayrıca – umarım yanılırım – Volkan’a defeatle atmadığı toplarda da artık bir art niyet arıyorum. Akşamın ve bu sezonun büyük bölümünün en formsuz insanı Şenol Güneş... Takım 1-0 öndeyken ve GS baskıyı arttırmış, buna yönelik Terim hamleleri gelirken oyuncu değişikliği yapmak ancak golden sonra aklına geldi. Volkan’ı defansa yardım etmediği için azarlamaktan mı bahar yorgunluğundan mı bilinmez. Ama iyice yorulan, savunma yapmayı bilmediği gibi top kayıpları ile takımı ekstra eksilten Alanzinho’yu çıkarmayarak aslında penaltıya Güneş sebep verdi. Olcan’ın en azından top ezme bakımından Burak’a eşlik etmesine engel bir hareketini de görmedik. Her zaman dediğim gibi “ Şenol Güneş, dünyanın en iyi teknik direktörü değil. Fakat Trabzonspor için dünyanın en iyi teknik direktörü.” İsteksizliğini, şevk yoksunu olmasını anlayabilir, futbol dışı pek çok şeylere de yorabiliriz. Ama bu şekilde kalması için de kafasına kimse silah dayamıyor. Umarım sorunları kronik ve çözülemeyen cinsten değildir de futbola renk katmaya devam eder. Akşamın Trabzon adına iyileri Zokora, Serkan ve tabii ki Colman’dı. Artık iyice maç seçtiğine emin olduğum tangocu bir ara kanatta dahi oynadı. Ama biraz daha hücum düşünmeli ve şut denemeli. Ceza alanı etrafında yakaladığı toplarda Burak’ı aramak yerine ilk sezonu gibi toplar çıkarsa hem skora hem de artık ezberlenen hücum varyasyonları açısından hocasına yardımcı olur.
 
Galatasaray bu akşam Elmander’i çok aradı. Kim ne derse desin ligin savunmayı ve hücumu beraber en iyi yapan takımı. İki stoperleri ve Hakan Balta haricinde herkes insiyatif kullandı ancak gerek Necati’nin gerekse Baroş’un topla oynamak yerine penaltı yaptırma hevesleri buna engel oldu. Kişisel görüşüm play off’ta çok sıkıntı yaşamayacakları yönünde. Gecenin eyyamcısı Cüneyt Çakır’dı bence. Maçı geren, anlamsız fauller ve kartlar vererek  ya da vermeyerek güzel İstanbul akşamında kötü bir iz bıraktı.

24 Mart 2012

Serkan Toral - Es-Es Paşa

Aylar sonra takımımı desteklemek için Eskişehir Atatürk Stadyumu'nda yerimi aldım. Uzun süredir şehrimizi etkisi altına alan soğuk hava (Eskişehir'in pis soğunu bilen bilir) nedeniyle, maçları sıcak evimde, ayaklarımı uzatarak izlemeyi tercih ediyorum. Ama çarşamba günü hava şartları futbol izlemeye gayet müsaitti.

Maça geçmeden önce biraz stadın zeminine değinmek lazım. Televizyondan izlerken kötü görünen zemin, biraz daha yakından çok daha kötü görünüyordu. Hava şartları mutlaka etkiliyordur, fakat sadece Eskişehir'de yağmıyor bu kar. Yeni bir stat yapılıncaya kadar, en azından zeminin yenilenmesi gerekiyor.

                                                         
Maça geçersek, tipik bir Türkiye Kupası maçıydı. Eskişehirli futbolcular ne işimiz var burada tadında takılırken, Kasımpaşalı futbolcular hayatlarında ilk defa top oynuyor gibiydiler. İlk yarıda direkten dönen top ve Batuhan'ın kafası dışında maç o kadar sıkıcıydı ki, 6 kişi izlemeye gittiğimiz maçın ikinci yarısını değişiklik hakkımız da dolduğu için 2 kişiyle tamamlamak zorunda kaldık.

2. yarıda ise bambaşka bir Eskişehirspor vardı. Futbolcular da biz seyirciler gibi, uzatmanın ağırlığına dayanamayacakları için oynamaya karar vermişlerdi sanki. 48. dakikada Kamara, 71. dakikada Batuhan, 79. dakikada da Dede'nin golleriyle maçı Eskişehirspor 3-0 kazandı. Batuhan'ın ve Dede'nin golleri izlemeye değerdi, özellikle Batuhan'ın golü. Maç düdüğüyle beraber başlayan Batuhan'ın hırsı bu golün habercisiydi. Sürekli pres yapıyor, top kapıyor, pas veriyor ve sürekli golü düşünüyordu. Eskişehirspor adına bu maçın en sevindirici yanı Batuhan'ın hırsıydı. Hem play-off, hem de Türkiye Kupası için bu hırsa tüm takımın ihtiyacı var. Kasımpaşaspor ise sahada yürümekten başka bir şey yapmadı. Eskişehirspor için kolay ve güzel bir maç geçmiş olsa da, maçın bir de üzücü yanı vardı. Alper Potuk'un elmacık kemiğinin kırılması gerçekten kötü bir haber oldu. Çünkü şu an takımın en önemli oyuncusu ve Eskişehirspor'un önünde en az 10 adet maç var. Muhtemelen özel bir maskeyle maçlara çıkacak, umarım bu maske onun oyununu fazla etkilemez.

                                                        

Maçın dışında Eskişehirspor ve Kasımpaşaspor taraftarlarının kardeşliği güzeldi. Bunlar futbol sahalarında görmek istediğimiz hareketler. İki takımı da el ele tribünlere çağırmaları çok hoştu. Fakat Kasımpaşa lehine tezahürat yapmaları, gol yersek onlar adına sevineceklerini belli etmeleri çok saçmaydı. Bu kadar kardeşlik, taraftarlığın doğasına aykırı geliyor. Son dakikada Kasımpaşa alehine verilen ofsayt kararı sonrasında taraftarların hakemi yuhalamaları çok güzeldi. Yuhalamalarının nedeni farklı olabilir, ama çok ütopik bir düşünce de olsa, ne zaman bunun gibi görüntüleri herhangi iki takımın maçında da görmeye başlarsak, o zaman futbol bize her zamankinden daha da fazla zevk vermeye başlayacaktır.

Maçtan dakikalara ve fotoğraflara buradan ulaşmak mümkün.

23 Mart 2012

Fatih Temizsu - Fikret Orman,Borussia Dortmund ve Beşiktaş'ın geleceği

    Bugün öğleden sonra Beşiktaş kulübü başkan adaylarından Fikret Orman ntvspor'dan Güntekin Onay'la Beşiktaş'ın geleceği üzerine sohbet etti. Fikret Orman'ın Serdar Bilgili döneminde altyapı sorumlusu olması dışında kendisiyle ilgili pek bilgim yok. 2004'te demirörene 162 oyla kaybettğini hatırlıyorum..



       Anladığım kadarıyla fikret bey öncelikle beşiktaşın dillere destan mali skıntılarına yönelecek. En doğrusu da bu.  3 5 günde başarı bekleyen yurdum kitlesine ters gelebilir ama medyadan takip ettğimiz kadarıyla beşiktaşın durumu öyle böyle değil. Düşünün son 8 yılda beşiktaşa 100 futbolcu gelmiş. Bunlardan biri yetenek fakiri tabata'ya sadece 8,5 milyon euro bonservis bedeli ödenmiş.(Belki de hala tamamı verilmiş durumda değil). Ve bunun karşısında avrupada hiçbir adam akıllı başarı olmadığı gibi, annemiz liginde de sadece 1 kez önde bitirmiş ligi Beşiktaş. Hal böyle olunca sürekli sermayeden bile olmayacak şekilde yemiş birileri. Götürmüş mideye lopur lopur.. E şimdi fikret orman önce küçülmekten bahsetmeyecek de ne diyecek. Aziz gibi 3 yıl üst üste şampiyon olacağız yalanını mı atacak. Kimse bunu beklemesin! Bizim zaruri olarak borç batağından ve haysiyetsiz futbolcu yığınından kurtulmamız lazım. Küçülmeyi yok olmak gibi görmek basiretsizliktir. Zira bunun gayet güzel örnekleri var.
      

 Almanların şampiyonlar ligini kazanmış 3 takımından biri olan  Borussia Dortmund 2001-2002'de aldığı şampiyonluktan sonra Bundes liga'yı 13. 9. 6.lık gibi sıralarda bitirdi. Doğru ve gerçekçi planlamayla giderek üst sıralara tırmandılar ve nihayet geçen sene Milli futbolcu Nuri Şahin'inde büyük katkısıyla iki Bayern önadlı takım leverkusen'in 7, münih'in 10 puan önünde kapadılar. Bu sezon da 26. hafta itibariyle yıdızlar takımı münih'in 5 puan önünde liderler... Demek ki doğru sistemli çalışmayla profesyonel duruşla en kötü pozisyonlardan zirveye çıkılabiliyor. Üstelik beşiktaşın işi dortmunda göre daha kolay. Zira onlar 13.lüğe kadar düşmüşler. Fakat beşiktaş, ligimiz yapısı gereği en kötü 5 6 bitiriyor. Fikret orman da bundan bahsediyor. Geleceği kurtarmak adına bir iki sezon kemer sıkarken en kötü 4. oluruz diyor. Adam sonuna kadar haklı. Bu ligin kalitesizliği sonucu 3 büyük takım marjinal bikaç sezon dışı hep ilk 3te olmuşlar. Yani bu takımın hali bundan daha kötü olamaz ki. Milyonlarca euro sokağa atıp 1 şampiyonluk ile bunca borca batacağına, iki üç sezon 2. bitirip borçsuz hale gelmek çok daha faydalı ve rasyoneldir. Yoksa UEFA kriterleri sonucu beşiktaş yok olur.
  Fikret Orman stadın 40 bin kişilik olacağını söylüyor. Ben de ilk duyduğumda hayal kırıklığı yaşadım. Fakat stadın bulunduğu yerin özelliği sonucu tüm mimariyi etkileyecek tipte bir projenin mümkün olmadığını vurguladı. Bunu duyunca anlamlı geldi doğrusu verdiği rakam. Yıldız oyuncularla problemi olmadığını da açıladı. Ama üzerinde durduğu en önemli şey kadro değil takım sahibi olmak. Bizim yıllardır hasretini duyduğumuz şey de bu. Eğer kadro değil takım sahibi olsaydık, manisaya 4 atıp boluya elenmezdik.. Bir başka dikkatimi çeken şey fikret beyin antrenörlüğe değil başkanlığa aday olduğunu belirtmesi oldu.. Bu çok önemli, çünki profesyonel yönetim anlayışının en temel şartı her yöneticinin kendi işini iyi yapmasıdır. En umutlandığım konu ise fikret beyin altyapıyla ilgili hedefleri. Çok iyi arama ve tarama yapmadan ne altyapıya ne de A takıma futbolcu almayacağını söyledi. Bu borç yığınının almış olmak için alınan yabancılara verilen paralardan olduğunu düşünürsek, çok haklı olduğunu anlarız. Bu yönde en önemlli faaliyetleri sanırım anadoluda ve avrupada kurmayı hedefledikleri pilot takımlar olacak. Ayrıca ''1 yıllık değil 4 yıllık hoca alırım.'' lafını çok tuttum. Hedefin ancak zamanla elde edilebileceğini düşünüyor. Katılmamak elde değil..
   Fikret Orman, Bilgili dönemi yöneticilik deneyimi ve listesi itibariyle Beşiktaşı düzlüğe çıkarabilecek biri. Popülist duruş sergilememesi, gerçekçi olması ve grup çalışmasına önem vermesi onu diğer adaylardan farklı kılıyor. Umarım 25 mart'ta kendisi Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanı Fikret Orman diye anılmaya başlar ve kara kartalı uçsuz bucaksız bulutlara uçurur!

Cihad Özsöz - 3 Yanlış 1 Gerçek

daha önce kimseye gösterilmeyen sabrın carvalhal'e gösterilmesi, beşiktaş'ın avrupa ligi ve süper lig'in ardından türkiye kupasın'da da havlu atmasına neden oldu. 3 büyük yanlış bu 3 kulvarda yapılan hatalar, tek büyük gerçek de beşiktaş'ın hem idari hem de sportif anlamda yanlış yönetildiği hatta aslında yönetilmediğidir, bunu bir kez daha görmüş olduk. boluspor karşısında takım o kadar kötüydü ki bir beşiktaşlı olarak verilmeyen penaltıya itiraz edecek yüzü bile bulamadım kendimde. hoş zaten iş işten geçtikten sonra üzerine tartışmanın da bir anlamı yok, dönüp takıma, kendimize bakmamız gerek. hakem hatasıyla kaybettiğimiz maçlar, puanlar, turlar olduğu gibi hakem hatasıyla paçayı kurtardığımız maçlar olduğu da bir gerçek. bu yüzden tartışmayı bu eksenden çıkarmak lazım. (bkz. ikinci yarıda oynanan antalyaspor maçı)

carvalhal'in as takımla çıkmasının eleştirilmesi mümkün ama ben bu eleştirilere katılmıyorum. avrupaya açılan bir kapı olarak türkiye kupasının da bir önemi mevcuttur. yalnızca rakibin güç durumuna göre birkaç kritik olmayan müdahale yapılabilirdi takıma belki ama carvalhal bunu yapmadı. eleştiriler de bence burada başlamalı işte. bitmiş olduğu sakatlanmadan önce de aşikar olan bir aurelio'nun iyileşir iyileşmez ilk 11'de kendine yer bulması aylardır forma bekleyen (özellikle genç) oyunculara bir hakarettir. çok ekstra özellikleri olan bir yıldız olsa anlardım belki ama aurelio, ekrem gibi isimler için bu durum geçerli değil. nitekim yediğimiz golde ekrem'in elli kollu müdahalelerine ve kendi ekseni etrafındaki klasik dönüşlerine rağmen yanından geçip giden oyuncuya müdahale edememesi bunun bir göstergesi. 

sol bek sakatsa, yedeğinde de sakatlık varsa (daha önce aykut kocaman'ın yaptığı ve çok takdir ettiğim hareketi yapıp) altyapıdan getirirsin genç oyuncuyu koyarsın oraya ve oynatırsın. bitmiş tükenmiş, kendi görevini yapmaktan aciz bir adamı ters kanatta oynatmaya çalışmak amerikayı yeniden keşfetmeye çalışmaya benzer ve tabiki bu beyhude bir çabadır. bugün olduğu gibi çok şeye mâl olabilir.

carvalhal'e biri usulca yaklaşıp şunu sorsa mesela, samimi bir cevap istese "neden mehmet akyüz değil de holosko?" dese, carvalhal ne derdi çok merak ediyorum. şu başkanlık seçimi bir an önce yapılsa da oyunculara ve teknik heyete bir destur çekilse, hangi takımı temsil ettikleri bir hatırlatılsa. takım kendi kendine toparlanacak gibi görünmüyor zira..

21 Mart 2012

Murat Turfan - Güneş; herkes için...

Hafta içi bu saatte yapılacak en sıkıcı şey Trabzonspor’un bu akşam ki oyununu yorumlamak olsa gerek. Maça dair pek bir şey konuşmaya gerek yok aslında. Antalyaspor hak etti ve turu atladı. İki noktayı atlamak istemiyorum. Birincisi futbolculuğunda çok sempatik olan Mehmet  Özdilek, antrenörlük hayatında tam aksine çok itici. Takımını motive etmek adına yaptığı hareketler ve söylemler Türkiye – İsviçre  maç sonundan itibaren üzerine yapışan etiketin artık kalıcı olduğunu gösteriyor sanki. Mehmet Eren gibi sprinter  ve oyun zekası yüksek bir oyuncunun bırakın Jaba’nın yedeği olmasını, üste oynayan takımlarda olmamasını anlamak çok güç.


Geçen sezon sonundan itibaren şampiyonluğa oynayıp 3.kez kaybeden bir Şenol Güneş takımı olarak zaten bu sezona kırık başladı Trabzonspor. Şike soruşturması,  son anda Şampiyonlar Ligi’ne katılım ve play off saçmalığı da tuz biber oldu üstüne. Belki bunların hepsi atlatılırdı ama bu sefer Şenol Güneş de ritmini kaybetti. Spor ahlakı ve entelektüel yönü asla tartışılamayacak Güneş hem futbolumuzun geldiği bataklıktan hem de futbolda sözü geçenlerin kaypaklıklarından dolayı tamamen motivasyonunu kaybetmiş durumda. İlkeli insanların Türk sporunda yeri yok yazık ki. Kişisel görüşüm ve temennim bu çarka ayak uyduran ve pişkinlikte sınır tanımayan mevcut yönetimin yerinde Şenol Güneş’in olmasıdır. Futbol dünyasının bu sese daha çok kulak vermesi adına bu şart. Açıkçası sporun gerçek manasını bilen ve arayan insanlar için hali hazırda futbolun keyif vereceğini düşünmek yanlış olur. Şenol Güneş ve onun gibilerin bir takıma kupa kazandırmaktan çok kitlelere işin doğrusunu gösteren örnekler olmaları çok daha önemli. Yoksa daha çok on seneler “ değeri” kendinden meçhul ligimizde , 3. Sınıf yabancılar ve rol kesen jön hocalarla tepişip dururuz.

Farız Yıldırım - Kü-çüm-se

Galatasaray’ın dün akşam Sivasspor’a elenmesinin arka planında, teknik heyet nezdinde ve maç mantalitesi anlamında iki ihtimalli; fakat tek kelimeyle “küçümseme” olarak nitelendirilebilecek, bir yönüyle yanlış bir yönüyle de kendi içerisinde tutarlı ve doğru kabul edilebilecek bir hata ya da strateji olduğu açıktır. Buna, yedek ağırlıklı kadro seçiminden (Melo ve Elmander kadroda bile yok), Terim’in kötü oyun ve skora rağmen kenarda kendi ve rakip futbolculara dağıttığı gülücüklere kadar bir sürü alamet delil gösterilebilir. Fakat bizim asıl fikirsel uğraşımız, bahsini ettiğimiz iki ihtimalli “küçümseme” davranışını açımlamaya odaklanacaktır. 

İki ihtimalli bir küçümseme söz konusudur dedik. Bunlardan biri rakip Sivasspor, diğeri kupa statüsü ve getirisine taalluk eder. Şöyle ki, ya deplasmanda, hem de güç saha koşullarında farklı mağlup edilen Sivasspor; ya da bütün artı ve eksileri göz önünde bulundurulduktan sonra takımın başarı gündeminden çıkarılmasına karar verilen Türkiye kupası küçümsenmiştir. Fakat play-offun ürkütücü derbi potansiyeli(FB, BJK ve TS ile ikişer maç) ve çok daha makul ve ulaşılabilir gibi duran “lig sampiyonluğu” fikri bu ihtimallerden ikincisini daha güçlü kılıyor. Cimbom’un bu yüzden vitesi boşa alarak, bir güç tasarrufuna gittiği söylenebilir. Çünkü bir üst tur, Türkiye kupasının, p-off öncesi puan farkı düşünüldüğünde büyük rakiplerinin tek başarı kulvarı olarak kalması, hatta bir rakibinin neredeyse yarım asırlık arzusu olması dolayısıyla çok daha çekişmeli maçlara sahne olabilirdi.

İkincisinde karar kılsak da her iki ihtimali de “küçümseme” olarak nitelendirdik. Şayet sayın okuyucumuz, bu ihtimallerden bize göre zayıf olanını daha güçlü bulurlarsa, bunu asla küçümsemez ve onlarla birlikte teknik heyeti ayıplamakta asla bir sakınca görmeyiz. Fakat eğer ikinci ihtimal için bize hak verilir ise, aynı hakkı bizim de çok daha stratejik düşünen teknik heyete bahşetmemiz gerekebilir, şayet sonunda lig şampiyonluğu gelirse. Daha farklı ihtimaller için yazının altındaki yorum kutucukları değerlendirilebilir. 

Cihad Özsöz - Juve!

bu sezon yeni stadıyla gövde gösterisi yapan ve eski günlerini özlemle andığımız juventus bu akşam oynanan rövanş maçında milan'ı saf dışı bırakarak italya kupasında finale yükseldi. ilk maçı deplasmanda 1-2 kazanan juve, 1-0 öne geçtiği rövanş maçında 2-1 geriye düşmesine karşın uzatmalarda vucinic'in attığı enfes golle finale yükselmesini bildi. bu maçı önemli yapan iki detay var aslında. ilki maçtaki ilk golü atan alessandro del piero. ya da başka bir deyişle "il capitano". 37 yaşındaki süperstar, bir nesil için unutulmaz isimlerden. ben ortaokuldayken yıldızlaştığı maçları ve biriktirdiğim del piero kartlarını hatırlıyorum. evlenip iş güç sahibi oldum, "il capitano" halen 90 dakikalık maçlarda kaptan olarak sahaya çıkıp bir de üstüne gol atıyor, takımına turu veya puanları getiriyor. bu bir insanın yaptığı işi ne kadar sevdiğinin kanıtı aslında. bu del piero'yla da sınırlı değil tabii. aynı maçta takım arkadaşı pirlo 32, rakip takımın kaptanı clarence seedorf 35, sonradan oyuna giren forvet oyuncusu filippo inzaghi ise 38 yaşındaydı. bizim ligimizde bu durum iki açıdan ele alınabilir. ilki 30lu yaşlarına gelir gelmez bir gözü kulübeye bakan "tecrübeli" oyuncular, ikincisi ise takıma mal olduğu halde küstürülerek takımdan gönderilen sembol isimler. son yıllarda türkiye'de yapılmış kaç tane jübile hatırlıyoruz?
juventus-milan yarı final rövanş maçını önemli yapan ikinci detay da juventus'un eski günlerine dönme özleminin giderilmesi yolunda atılmış bir adım olması. halen serie a'da 27 şampiyonlukla zirvede yer alan (ki en yakın rakipleri milan ve inter halen 18'deler) ve 2006 yılında elinden alınan iki şampiyonluğuyla beraber ligden düşürülmesinin yarattığı sarsıntıyı ancak atlatıyor gibi görünen (ama henüz atlatmamış olan) juventus için italya kupasındaki bu final çok anlamlı. ayrıca ligden düşürülmesine neden olan olaylar zincirinin bir çeşit kumpas olduğunu anlatan "komplo teorileri"nin varlığından da bahsetmek gerekiyor.

juventus ligde 28 maçta 14 galibiyet ve 14 beraberlik gibi garip bir istatistik tutturmuş durumda ve lider milan'ın ardından ikinci sırada. 4 puanlık farkın müsebbibi elbette juventus, yenilmiyor belki ama aldığı beraberlikler haddinden fazla. bu bir temkinliliği ve belki de gelecek sezon yapılacak flaş transferlerle bir dirilişi haber veriyor olabilir. mühim olan şimdi italya kupası finalinde yaşanacak olanlar ve seneye şampiyonlar ligine katılmaya hak kazanacak bir yerde ligi bitirebilmeleri. avrupa liginde yaşanan hüsranı yaşatmayacak bir kadroyla juventus'un geri dönüşüne şahit olmamıza çok bir şey kalmadı gibi. ligde en yakın rakibinin 8 puan arkasındaki lazio olduğunu düşünürsek bu hedefin hiç de uzak olmadığı görülebilir. ligin bitimine 10 hafta var, bianconeri biraz daha dişini sıkarsa seneye özlediğimiz juventus'u şampiyonlar ligi arenasında seyredebiliriz. berabere kalma alışkanlığını yenerse de bunu şampiyon olarak yapacak..

meraklısı için şöyle de bir site mevcut: http://www.juventuz.org/content/

20 Mart 2012

Onur İşci - Dwight ''The Superbaby'' Howard


2010 yazının sıcak günlerinden birinde, deniz olsa da girsek diye sıradan duygular içerisindeydim. O dönemler benimle aynı duyguyu yaşamış olacak ki, Lebron James yeteneklerini Miami plajına taşımaya karar verdiğini duyurdu, hem de ESPN özel programında, bunun ardından James kendisini ve yeteneklerini Miami plajına taşıdı ben de her normal insanın yaptığı gibi kendisine bir nefret beslemeye başladım.



Başlığı Dwight Howard olan bir yazıya neden Lebron James örneği ile başladım? Lebron'a duyulmaya başlanan nefret onun Miami'yi tercih etmesinden ziyade bunu bir şova çevirmesi ve Cleveland'ı alay eder gibi ortada bırakmasından dolayı ortaya çıktı. Geçen haftanın başına kadar herkes Howard'ın yüksek ihtimalle takas olacağını -ki kendisi 1 hafta önce takas olmak istediğini söyledi, tıpkı sezon başında söylediği gibi- eğer takas gerçekleşmezse, sezon sonunda opsiyonunu kullanmayıp free agent olacağından emindi. Ancak Geçen hafta kazanılan Miami ve Chicago maçlarının ardından Howard ağzından önümüzdeki yıl için opsiyonunu kullanabileceğine dair bir şey kaçırdı, ve işte o an kendisini bitirdi. Dwight Howard kesinlikle bir Lebron James değil, yani bunu bir şova döküp insanların gözünde kötü olmak isteyecek birisi değil, dolayısıyla kendi kendisini bitirdi ve önümüzdeki yıl için de opisyonunu kullandı. Howard'ın sezon başından beri sürekli karar değiştirmesi ise tam bir bebek oyununa döndü, bunun sebebi de o dev cüssesinin altında yatan minik bir kalp olsa gerek. Peki bu hafta ne oldu? Orlando önce Miami'ye artından Chicago'ya kaybetti -Miami karşısında biraz direnç gösterse de, Chicago karşısında tam anlamıyla dağılıp sadece 59 sayıda kaldılar- Howard'a kalması için gaz veren iki galibiyet 1 hafta sonra kendilerini yok ettiler. Şimdi beklemeye geçtik bakalım bir sonraki takas söylentisi ne zaman çıkacak diye, eğer Howard ile şampiyonluk bekleniyorsa, öncelikle Hidayet, Richardson ve Nelson'dan kurtulması gerekiyor Otis Smith'in, ancak daha bu sezon başında artık sahaya zorla çıkarttıkları Jason Richardson'a yeni kontrat vererek bu umutlarımı da söndürüyor.

Fatih Temizsu - Mücadele, Oyun, Disiplin ve Keyif


     Dün akşam şampiyonluk şansını büyük ölçüde kaybetmiş Beşiktaş ile düşme potasındaki Manisaspor’un  mücadele yüklü oyunlarını izledik İnönüde. Bir tarafta ligdeki en büyük rakiplerine karşı hiç kazanamayan son 1 ay içinde nerdeyse idaalı olduğu tüm kulvarlarda yarış dışı kalmış Beşiktaş, diğer tarafta ligin ilk 8 haftası itibariyle çok iyi takım savunması ile gol atması zor ve playoff adaylığı konuşulurken bir anda kümede kalma mücadelesine giren Tarzanlar.
      Önce Manisaspordan bahsetmek istiyorum. Kulübün yönetimsel kriz içinde olduğu çok açık. Zira dün izlediğim Manisa sıkı takım. Bana göre kesinlikle düşmeyi hak eden Samsunspor Ankaragücü seviyesinde değil. Hatta 7 puan gerisene düşeceği kuvvetle ihtimal olan antalyadan bile daha iyi takım yegane ege temsilcisi. İleri uçtaki isaac biraz daha akıllıca hareket etse Manisa takımı çok rahat beraberlik golünü bulabilirdi. Manisanın bir sol açığı var Ahmet ilhan diye. Dün akşam beşiktaşın sağ tarafında o kadar güzel çalımlar attı ve hızlı hareket etti ki büyükler nasıl bu adamı transfer listesine almadı merak ettim doğrusu. Birkaç hareketi görülmeye değerdi. Kaheyi ise hiç beğenmedim.Hem hücumda etkisizdi hem de ideal kilosunda olmayan quaresma’nın sıfırdan attığı golde kolayca geçildi. Eee birinden birini yapamazsan sahada işin ne derler adama. Tüm bunlara rağmen Manisa ilk yarının 20-25. dakikalarından itibaren oyunda insiyatifi eline aldı ve kartalı sahasından çıkarmadı.Geride olmasına rağmen  25 ve 32’de çok net 2 gol kaçırdı. Üstelik 3. gol gelene kadar oyunu bırakmadılar. İşte bunlardan dolayı Manisa’nın bank asya takımı olmadığı kanısındayım.
      Beşiktaşa gelince; Oyuna aslında durgun başladı Beşiktaş. İlk 5 6 dakika dağınık olmalarına rağmen sonra toparlandılar. 2. Bölgede fernandezin etkili oyunuyla 9. Dakikada müthiş bir ara pasla Mustafa pektemek kaleciyi geçmesine rağmen sol ayakla vurmayıp afallayınca top boş kale yerine Manisalılara gitti. Bu arada Carlosun pektemeği sağ açıkta düşünmesini anlamıyorum gerçekten. Gol pozisyonuna girmesi hasebiyle etkili olmasına rağmen, adam geçip kanattan orta yaptığını görmedik. Hatta tersini beklerken 1.91’lik almeida  13. Dakikada sağdan kesti. Mustafa kafayı vurdu. Top direkte kaldı. Benim hücum beklentime uymuyor bu doğrusu. Daha ideali pektemek ile hugo’nun çift forvet oynamaları. Yani klasik 4-4-2. Zira Beşiktaş sezon başından beri 4-3-3’ü oynayamıyor. Simao almeida qua üçlüsü birbirinden çok uzak kalıyorlar. Özellikle simao hücumda içeriye yeterince efektif girmediği için çoğu zaman hugo kanatlara top almaya gidiyor. Bu 3. Bölgede yaratıcı olamamanın en önemli nedenlerinden biri.

     Oyuna dönersek ilk 20 dakikada  Beşiktaş baskılı oyunla  4 net pozisyon buldu. Bunlardan biri gol oldu. 17. dakikada fernandesin sağdan etkili kornerinde markaja rağmen hugo kafayla uzak kale direğine topu iyi gönderdi: 1-0. Bu kısımda manisanın pozisyonu yoktu. Fakat 25. Dakikadan itibaren Beşiktaş tüm insiyatifi Manisaya verdi.Belki de Manisa aldı.. Kontra atağa hiç çıkamadı üstelik. Buna rağmen 2 net poziyon gördü kale önünde. Beklerken pozisyon vermek günümüz futbolunda ‘büyük’ takımlar için kabul edilemez bir hastalıktır bana göre. Hele rakibiniz bir başka ‘büyük’ değilken. Soyunma odasına önde girmek her zaman daha iyidir. Ancak 2. yarı sahaya yansımadı bu. Manisa topa sahip taraftı. Burda temel sıkıntı pozisyona girememeleriydi. Orta saha tamamen etkisizken Portekizli teknik adam necibi alarak anlaşılır fakat pektemeği çıkararak hiç anlaşılmaz bir hamle yaptı. Zira simao dururken mustafa’nın çıkarılması carlosun bu çocukla bir sıkıntısı olduğunun kanıtıdır kanımca. O ana kadar bölgesini yadırgasam da pektemeğin sabrosa’dan çok daha etkili olduğunu gör(e)memek ancak kasıtlıdır. Carlos gitmezse Mustafa biter..Necibin oyuna girmesi, beşiktaşlı’da orta sahayı takımının ele geçireceği beklentsini oluşturmasına rağmen böyle olmadı ve Beşiktaş yaklaşık 6 dakika ilk yarının 2. yarısı gibi bir elin parmakları sayısından fazla pas yapamadı. Bu carlosun bu takıma hazırlık ve oyun soğutma pasları çalışması yaptırmamış olabileceğini gösteriyor. Buna rağmen laliga -premier lig oyuncusu fernandes çıkılan ilk eli ayağı düzgün karşı atakta simaoya  öyle bir ara pas attı ki ben gole falan bakamadım. Fikrim o pasta kaldı.. Simao beklendiği üzere doğru zamanda içeri kesti.Isınmamış adelesinin sertleşmesini umursamayan sirk cambazına  dokunmak kaldı: 2-0 İşte bu dakikadan sonra takım kendisini ve tarafdaşlarımı keyiflendirdi. Çok rahat top çevirdiler,baketbol tabiriyle pick and roll yaptılar. 
      Öte yandan Manisa zihinsel olarak hala ayaktaydı. Fakat beşiktaşın bu kendine geliş hali yine ferno’nun yönetmenliği sonucu, qua’nınn kale direği dibinden içeri çıkarması kaleci İlker tarafından da beklenirken uzak köşeye nişanladığı topla 3. golü  getirdi. Bu andan sonra Tarzanlar oyundan düştü. Bunun neticesinde ben burada yine demekten yorulmuşken kendisi sahada yorulmayan ferno sol taç çizgisinde 3 kişiyi ekarte edip, ceza sahasına girmeden ayak üstü dışla öyle bir tokatladı ki topu,İlker ancak kalede görebildi: 4-0 .Manuel bunu hep denemeli. Zira birçok kez kaleyi gördüğü anda vurmalıyken pas atması çileden çıkarıcı oluyor…Maç böyle bitecek derken Manisa sol beki Ferhat Çökmüş Beşiktaş ceza sahası içinde sivoku adeta süründürdü ve 90’daki tüm örümcek ağlarını aldı. Düşünülüp icra edilen şahane bir gol vuruşuydu. Fakat içerde 4 beşiktaşlı olmasına rağmen kale çizgisine kadar çıkan cenkin beceriksizliğini anlamak mümkün değil. Bu adam yine Beşiktaş kalecisi olmadığını göstermiştir.
      Beşiktaş İBB maçını alırsa playoffta cupa-1 ön eleme için varını yoğunu ortaya koyacaktır. Burda kilit soru Q-kedi dün akşamla yetinecek mi yoksa takım için savaşacak mı? Eğer savaşırsa fb’nin işi oldukça zor olur. Yok sevişirse kartal en iyi ihtimalle 4. bitirir ligi.
(Not: 2. yarıda sönen stad ışıkları hala ne kadar amatör bir bakış açısına sahip olduğumuzun göstergesidir.)
   

Cihad Özsöz - Fernandes, Quaresma, Hilbert..

uzun bir aradan sonra bize güzel bir akşam yaşattı beşiktaş. ligde çok kritik bir yerde bulunan manisaspor karşısında ilk yarı biraz sallansa da ikinci yarıda bulduğu gollerle oyunu lehine bitirmeyi başardı. bu tip maçların en önemli risklerinden birisi pozisyona girip girip gol bulamamaktır. zira karşınızda konumu kritik bir takım var. onları cesaretlendirmenize yol açacaktır kaçan pozisyonlar. şayet ikinci gol biraz daha gecikse klişeleşmiş adam kaçırmaları bu maçta da sürdüren beşiktaş savunmasının kalesinde gol görmesi mümkündü. hatta bir beşiktaşlı olarak acaba golü ne zaman yiyeceğiz diye beklediğimi de itiraf etmeliyim. her şeye rağmen önceki haftalara nazaran daha hareketli ve hücumcu bir takım izledik dün akşam.

maçın yıldızı fernandes, özrünü iki golle süsleyen quaresma en çok dikkat çeken isimler oldu belki. ancak hücum yapabilen bir bekin önemi hilbert'in takıma dönüşüyle tekrar ortaya çıktı. ilk geldiği zamanlar savunma özelliklerini yetersiz bulsam da ekrem ve toraman tecrübelerinden sonra kendisine biraz haksızlık etmekte olduğumu bir kez daha gördüm. hücuma yaptığı etkili çıkışlarla sağ kanatta oynayan mustafa'nın içeriye kat etmesini kolaylaştırması pozisyon zenginliğini de beraberinde getirdi. sol kanatta etkili hücum yapamayan ismail'in simao'yu düşürdüğü haller de böylelikle ortaya çıkmış oldu. ileride zaten yokları oynayan simao savunmada ismail'e yardım ederek kariyerinin son yıllarını geçiriyor..

quaresma ve fernandes'e ise ayrı bir başlık açılmalı. özür dileyip affedilen ve ikinci yarıda oyuna girdikten sonra 5 dakika içinde 2 gol bulan quaresma "nerelerdeydin?" dedirtti. keşke bunların yarısını takım ligden kopmadan ve avrupadan elenmeden yapsaydı. her şeye rağmen, geleceğe yönelik güven vermediği için "nasıl olsa özür diledi, o zaman takımda kalmalı" diyemiyorum kendisi için. örneğin fernandes o güveni veriyor. ligin ilk yarısında kısa bir dönem o da boşladıysa da son maçların tamamında "kimse yoksa ben varım" diyen oyunu açıkça ortada fernandes'in. dün bu durum iki gol pası, bir gol pozisyonunu hazırlayan pas ve bir müthiş golle aşikar oldu. en azından bundan sonra oynanacak tüm maçlara kazanmak için çıkılması beşiktaş taraftarının da gönlünün alınması açısından önemli.
 
her şeye rağmen carvalhal'in eleştirilmesi gereken bir nokta var. quaresma müdahalesi oyuna olumlu etki yaptı ancak oyuna necip girerken mustafa'nın çıkması veli'nin gümbür gümbür gelen kırmızı kartına onay vermekti bir nevi. henüz ilk yarıda yaptığı gereksiz faul ve gördüğü yersiz sarı kartın üzerine yaptığı fauller veli'nin maçı tamamlayamayacağını açık açık gösteriyordu. bunu bir tek carvalhal'in görmemiş olması ilginç gerçekten. tamam mustafa da istekli olmasına rağmen yetersizdi ancak ikinci yarıda simao ve quaresma'nın çok güzel paslarla ceza sahasına getirdiği ve ortaya çevrilen topa (yine) vuramayan veli'nin düştüğü durum "keşke burada mustafa olsaydı" dememize sebep oldu. ilk yarıda girdiği pozisyonda şut çekebilecekken kaleciyi çalımlamayı düşünüp, bunu başarıp, kaleye vurmayarak büyük bir acemilikle golü kaçırmış olsa da.. (sonrasında gelişen atakta da yine ligtv'nin yakım çekim hastalığı yüzünden fernandes'in vurduğu ancak kaleci ilker'in çıkardığı topu son anda görebildik. ligtv'nin içler acısı yayınları başka bir yazının konusu olsun)

ligin 31. haftasında güzel futbol izlemek buruk bir sevinç. umarız önümüzdeki sezona sarkacak bir serinin başlangıcı olur da yıllardır güzel oyun bekleyen taraftar bir nebze istediğini bulur..

Zafer Karali - Burak Yıldırdı!!

Bu yılki müthiş istatistiğine bakıldığında Burak Yılmaz şüphe yok ki inanılmaz işler yapmış gibi görünüyor. Fakat eğer dikkatli gözlerle oynanan oyunlar incelenirse çok açık bir biçimde Burak’ın takıma verdiği zarar görülecektir.

Bir forvet için bazen biraz bencillik gerekli bile görülebilir, kendine güvenin işareti olduğu söylenir ancak eğer forvet takımın galibiyetini değil sadece kendi kariyerini düşünürse bu artık zarar verme noktasına gelmiş, takım için alarm durumudur.

Orta alanda aldığı topları gol pozisyonundaki arkadaşına pas vermek yerine 10-15 metre sürüp sonrasında en çapraza gönderip golü kendi atabilmesi için ortaya doğru hareket etmesini mi eleştirsek, 35-40 metreden gereksiz şutlarını mı eleştirsek yoksa müsait olmadığı halde pas isteyip gelmediğinde takım arkadaşlarını adeta azarlamasını mı??

Trabzonspor gibi normal sezonda oynayacağı 34 maçın en az 20-25 inde mutlak favori olarak sahaya çıkan, orta alanı çok kuvvetli, kanatları volkan ve olcanla birlikte iyi çalışan bir takımda tek başına forvet oynayacaksın, tüm penaltıları tüm serbest vuruşları kullanacaksın, neredeyse bütün toplar sana atılacak yani kabalama bir hesapla yüzden fazla net pozisyona gireceksin ve 30 gol attığın için yerlere göklere sığdırılamayacaksın, olmaz böyle şey.

Takımın geri kalanına büyük haksızlıktır ve ilerleyen dönemde takım içi dengeyi bir daha çok zor düzelecek biçimde bozacak bir durumdur.

Yukarıda yumuşatarak anlatmaya çalıştığım biçimde bırakın profesyonel oyunculuğu, halı sahada yapsa bir arkadaşımız Burak'ın yaptığını bir dahaki hafta oynayamazdı….

Gençlerbirliği maçıyla ilgili teknik olarak söylenecek birçok konu var fakat işin özü Burak’ın haddini aşmasıdır. 

19 Mart 2012

Özhan Altunışık - Şampiyon

Dün akşam Kadıköy’de 15. Dakikada Alex’in enfes şutu Galatasaray fileleriyle buluştuğunda heralde benim gibi hemen hemen bütün Galatasaray taraftarları “yine mi?” korkusunu yaşamıştır. Son yıllarda Şükrü Saracoğlu Stadı, Galatasaray için “sendrom” sıfatını sonuna kadar hak eden bir hal almıştı. Dünkü karşılaşmada da skor henüz 15. Dakikada iki şık Fenerbahçe golü ile 2-0’a gelince yine aynı filmi izleyeceğimizi hissettik. Ancak sezon başından beri bir fark vardı Galatasaray’da, rakiplerine ve geçmişteki Galatasaray’a oranla: Kadro kalitesi. Kadroya baktığımızda tek başına “bu maçı çevirebilir” diyeceğimiz bir futbolcu yok takımda bir Quaresma, bir Alex gibi. Hatta - çevirdiği herhangi bir maçı hatırlayamasam da- bir Arda Turan gibi. Ancak “yine yokları oynayacak galiba” diyeceğimiz bir futbolcu da yok aynı örneklerdeki gibi. Ezeli rakibine karşı deplasmanda iki farklı mağlup duruma düşse de oyun disiplininden ve hırsından ödün vermeyen bir 11 vardı sahada. İlk dakikalarda içimize “bu maçı tamamlayabilir mi?” korkusunu soksa da Felipe Melo, son hareketlerini doğru yapabilse gecenin yıldızı olabilecek Engin Baytar ve takımda en çok topla buluşan oyunculardan biri olmasına rağmen neredeyse her topu olumlu kullanan Selçuk İnan… Esasında tek tek futbolcuları saymaktansa geneline bir örnek olarak “Johan Elmander” dememiz yeterli sanırım. Bir futbolcu takımı adına bir maçta daha ne yapabilirdi ki? Kendisi için parantez açmaya kalksam, kapadığımda açtığım yeri unutabilirim. O yüzden apayrı bir yazı konusu olarak saklıyorum “Kuzeyli”yi.
Galatasaray’ın ikinci golünden birkaç dakika önce alışık olmadığımız biçimde Milan Baros’un 50 metre koşup Gökhan Gönül ile gelişen Fenerbahçe kontra atağını kesmesi, ve 83. dakikada Galatasaray’ın bulduğu gol karşılaşmanın ikinci yarısının özetiydi aslında. Yıllardır savunmasına destek olmuyor denen Milan Baros rakibin kontratağını kesiyor ve bırakın ataklara destek olmayı, orta saha çizgisini bile geçmiyor dediğimiz Hakan Balta Fenerbahçe kale sahasının önünde topla buluşup gol vuruşu yapıyordu. Üstelik bu atak, bir duran toptan da başlamamıştı.
Henüz 10. Dakikada Moussa Sow’un (her ne kadar şık bir gol olsa da) yanında olan şansın yarısı 90+4’te Milan Baros’a yaklaşsaydı, skor da sahadaki oyuna uygun bir vaziyet alacaktı. Ancak tabela beraberliği de gösterse - play/off denen saçmalık yüzünden hala emin olamayan- Galatasaray taraftarı, “sendrom” kabul edilen bir ortamda dün gece oynanan futboldan sonra“şampiyon” demekte en ufak bir tereddüt dahi yaşamıyordur artık.