21 Nisan 2012

Murat Turfan - Akılda Olmayınca

En iyi dördün en kötü ikisinin maçı sıfatına yakışır şekildeydi. Orta sahası olmayan iki takıma zaman zaman defans oyuncuları ve kaleciler yardım edince bir takım pozisyonlar gelişti. Vasat iki takımın aklı başka yerde oyuncularının karşılaşmasından keyif almak mümkün değildi. İlk yarıda Beşiktaş’ta Necip ve Simao, Trabzonspor’da ise Adrian yokları oynadı. Ama Beşiktaş orta sahasının konuksever tavırları  pozisyonvari aksiyonlara yol açtı. İkinci yarıda Beşiktaş kenar yönetimi Necip’i çıkarıp tabloyu değiştirmek istedi. Ev sahibi takımın kenar yönetimi de oyuncularına uyunca Beşiktaş sanki biraz baskı kurar gibi oldu.Hele Şenol Güneş anlaşılmaz bir şekilde Volkan’ı çıkarınca bu daha da belirginleşti. Tam o esnada gelen sürpriz gol durumu yeniden bordo mavililer lehine çevirdi. Sonrasındaki hiçbir değişiklik bu durumu değiştirmeye yetmedi. Adrian ve Henrique gibi kalibrasyonu düşük iki oyuncuyu ısrarla isteyen ve ısrarla Volkan’ı test eden Şenol Güneş’e sevgilerimi sunuyorum. Keşke Trabzon’un bütün maçlarını sadece bayanlar izlese…

15 Nisan 2012

Hüseyin Keskin - Rakamlarla 'Üçüncü'

Otuz dört haftalık bir maratonu daha geride bıraktık.  Bu sezon ilk kez uygulanacak olan “play-off “ sistemi ile birlikte heyecan altı hafta daha devam edecek. Oluşan puan farkları özellikle Beşiktaşlı ve Trabzonsporlu futbolseverler olarak insan aklımızı makul bir seviyede tutsa da, taraftar kalbimizi topun ‘yuvarlak’ olan mazisi nedeniyle altı hafta daha meşgul edecek.
Süper Final başlamadan önce geride bıraktığımız sezonu Trabzonspor açısından değerlendirdiğimizde ilginç istatistikî bilgiler gözümüze çarpıyor. Kuşkusuz akıllara ilk olarak  Burak Yılmaz’ın attığı otuz iki gol ve Trabzonspor’un bir sezonda ‘iki’ kez hem Şampiyonlar Ligi’nde hem de UEFA Avrupa Ligi’nde mücadele ederek bir ilke imza atması geliyor. Bunun yanında lige son anda tutunan Antalyaspor’u son iki sezondur mağlup edememesi, Olimpiyat Stadı’nda az sayıda “boz baykuş”a oynayan Büyükşehir Belediyespor’un evindeki tek yenilgisinin Trabzonspor’a karşı olması- ki TS A.Aker’de bu sezon tam 5 maç kaybetti-, kadrosunda ilk kez on bir yabancı futbolcu bulundururken, bunlardan  Piotr ve Jebrin’in hiçbir lig maçında forma giymemesi diğer ilginç notlar arasındaydı. Ama ligin 28.haftasındaki TS-Mersin İ.Y maçının 88.dakikasında yaşananlar hem istatistikleri alt üst etti hem de beni. Aslen Sürmeneli olan, uzun yıllar Trabzonspor forması giyen, yedekliği hiç problem etmeyen ve maça uzatma anlarında bile girse maçın ilk dakikasıymışçasına koşan, Gökdeniz Karadeniz’e G.Saray maçında yaptığı “Zidanevari” asistle hatıralarımda sakladığım, şair Güven Adıgüzel’in de dediği gibi ‘herkesin hasta olduğu’ Yattara’ya soyadını veren adam… Hasan Üçüncü
 Bir aralar ikinci kaptanlığa kadar da yükselmişti. 2008-2009 sezonundan itibaren sırayla Ankaragücü, Giresunspor, Ç.Rizespor ve Mersin İdman Yurdu formalarını giydi. Hem Trabzonlu oluşu hem de kadroda en az bir oyuncunun geçmişle bağ kurması adına kalmasını çok istemiş ve gitmesine üzülmüştüm. Ama O, 88.dakikayla birlikte unutulmazlar arasındaki yerini aldı. Mersin İ.Y Avni Aker’de 2-0 öne geçmiş, ardından TS’nin canhıraş mücadelesi skoru 2-2’ye taşımıştı. Ne var ki Nurullah Sağlam 84’te oyuna müdahalesiyle, eski bir TS’li olan Erman Özgür’ü oyundan alarak yerine Üçüncü’yü sokmuştu. Trabzonspor üçüncü gol için yüklenirken, Mersin İ.Y kontra atağında yine eski bir TS’li olan Mustafa Keçeli’nin pasıyla topla buluşan Hasan Üçüncü, kendinin dahi şaşıracağı düzgün bir vuruşla maçın skorunu tayin etmişti. Yalnız golden sonra Hasan Üçüncü’nün sevinmemesi bir yana topun filelerle buluştuğunu gördüğü anda ellerini ‘ne yaptım’ dercesine kafasına götürmesiyle birlikte kendisine olan sevgimin hakkını iade etti. Bu sezon TS’nin niye şampiyonluktan uzak kaldığının göstergelerinden biri olan istatistiğe gelelim. Hasan Üçüncü en son golünü 24 Nisan 2005’te TS formasıyla atmıştır ve tam 7 sezon, 110 resmi maç sonra gol orucunu eski takımına karşı hemşerilerinin önünde bozmuştur. Şöyle bitirelim o zaman: Olur mu böyle Hasan / Söyle olur mu Hasan

9 Nisan 2012

Farız Yıldırım - GS-Manisa Maçı Vesilesiyle Birkaç Not


GS sadece skor anlamında ortalamasının üstündeydi.

Emre’nin dün yaptığı gibi ısrarla kaleyi yoklamaya devam etmesi lazım. Terim, dün ikinci devre yaptığı gibi onu orta sahada görevlendirirse, daha fazla kaleye şut çekme imkanı bulur. Emre’de ayrıca kayda değer bir top çalma becerisi var. Ayrıca dayanıklılığı da artmış durumda. 

Selçuk Avrupa’ya sürpriz bir transfer yapmazsa, Galatasaray kaptanlığına doğru koşuyor. Soğukkanlılığıyla saha da tam bir sorumluluk timsali. Oyun ve skora olan katkısı da takım içerisindeki saygınlığını her geçen gün perçinliyor.

Engin, potansiyel olarak Arda’dan beklenen şeyleri yapabilecek bir futbolcu. Disiplin konusunda mesafe aldığı açık.

Aydın, süratiyle ayakta kalan bir futbolcu. Tek başına süratin ancak koşu pistinde işe yaradığını, Sabri’yle birlikte iyice anlamaları lazım. Şut ve orta becerisi anlamında ikisinde de hala belirgin bir iyileşme yok.
Yiğit Gökoğlan, hala saklı bir hazine gibi. Çok umut verici bir transfer olmasına rağmen, objektiflere kenarda ve tribünden daha estetik pozlar veriyor. Bu kadroda bir yer kapamazsa, gelecek yılın kadrosuna girmesi çok daha zor.

8 Nisan 2012

Cihad Özsöz - Yine Bize Hüsran..

Beşiktaş taraftarı için hüsran dolu bir sezon daha sona erdi. Her kötü sezonun son haftalarında "düşenin dostu" olma özelliğini koruyan takım lige veda eden Samsun'u geçen hafta ümitlendirmişti. Bu hafta ise ligde kalması kesinleşen ve play-off iddiası da olmayan Karabük, Beşiktaş'tan puanını alarak sezonu kapattı. Normal sezonun sonu itibariyle lige veda eden Ankaragücü ve Samsunspor'la yaptığı maçlarda toplamda 7 puan kaybeden Beşiktaş bu puanları kaybetmemiş olsaydı Süper Final öncesi biraz daha heyecan duyabilecektik. Hiç değilse ikincilik için. Mevcut durumda Fenerbahçe'yle aramızda oluşan 6 puanlık fark kapanmayacak bir fark değilse de takımın oyna(ma)dığı futbol ve sahadaki isteksizlik Süper Final'in Beşiktaş taraftarı için işkenceye dönüşebileceğinin işareti. 15 maç üstüste mağlup olup rekor kırarak ligden düşen Ankaragücü'nün aldığı son puanın bir Beşiktaş beraberliği olduğunu da not olarak ekleyelim.

Şimdiden sezon sonu yapılması gerekenleri kendimizce özetleyelim:


Gitmesi ya da artık futbolu bırakması gerekenler:
Edu

Edu
Edu (Mümkünse 3 kere gönderilsin)
Bebe (Zaten kiralıktı, yaşadığı sakatlıktan sonra yeniden aynı risk alınmamalı)
Ricardo Quaresma
Simao Sabrosa
Mehmet Aurelio
Ekrem Dağ
Hugo Almeida
Sidnei
Julio Alves
Holosko (Ne kadar seviyor olsam da..)

Bu listede malesef doğru düzgün izleyemediğimiz futbolcular da var. Süper Final'de oynayıp fikrimizi değiştirmemize neden olurlarsa bilemem. Ayrıca kalması gerektiğini düşündüğüm futbolcuların bazılarını iyi birer yedek olarak düşündüğüm için bu listeye yazmadım. Yerlerine iyi transfer yapılacaksa takımda kalmalılar.

Murat Turfan - Bitse de Gitsek

Hedefi olmayan iki takımın maçı, bu seneki birçok maç gibi kalitesiz ve zevksizdi. Aldıkları parayı geçtim de bu güzel pazar gününde stada gelenlere saygıdan insan azcık kıpırdanır. Kendi adıma 1461 Trabzon’un Körfez ile oynadığı maçı izlemek isterdim. Hatta Mustafa Akçay’ı da Trabzonspor’un başında… Maçla ilgili pek bir yoruma gerek yok. Tatsız tuzsuz bir mücadele idi. Orduspor, klasik Cuper oyununu çok iyi oynuyor. Pivot bir santrafor ve hızlı bir kanat adamı ile seneye çok canlar yakar. Trabzonspor’da play off öncesi çok zorlamadı. Hoş play off’ta da benim adıma kesin bir üçüncülük varken – ne aşağı ne yukarı – kassa da fark etmezdi. Bakalım önümüzdeki 6 maç nasıl geçecek..

6 Nisan 2012

Hüseyin Keskin - Mikrofonlarımız Trabzon’da

Maçları radyodan takip ettiğim zamanlardı. Şifreli yayın başlamış ve Trabzonspor’un maçları da takımın kötü gidişatından yahut parasal bir nedenden ötürü canlı yayınlanmıyordu. Genellikle gündüz olan maçları TRT Radyo 1’den babamla birlikte dinlerdik. Trabzonspor bağımız haftalar ilerledikçe TRT’yle de oluşmaya başlamıştı. Reksan Reklam sunar diye başlayan reklam kuşağı Stil Boya’nın hala kulaklarımda olan iğrenç müziğiyle devam eder, Tahsildaroğlu “benim peynirim” ile son bulurdu. Dünyadan soğutan reklamlara rağmen devam eden heyecan, son notadan sonra kontrolü iyiden iyiye ele alırdı. Reklam arasında gol olmadıysa merkezlerden dakika-skor alınır ve spiker ‘bizimle birlikte olamadığı dakikalarda’ kayda değer bulduğu notlarını sıralar, sonra esas maça geçilirdi. Gol olduğu takdirde ilk olarak, gol olan merkeze bağlanılırdı. Kalp atışını sadece göğsümde değil adeta bütün vücudumda hissettiğim an ise merkezin herhangi bir maç anlatımı sırasında araya girip, gol olan şehrin adını söylemesiydi. “Mikrofonlarımız Trabzon’da”.  Radyonun başında bulunma sebebim olan an gelmiş çatmış,  kan akışı sanki sadece ellerime hücum etmiş ve bütün bekleyişlerimiz ilk olarak spikerin ne diyeceğinden çok stattan gelecek sese odaklanmıştı. Eğer statta bir sessizlik varsa biliriz ki golü yemişiz, yok staddan yüksek tonda anlamsız sesler geliyorsa golü atmışız. Eğer literatürde radyo heyecanı diye bir şey varsa – yoksa da girsin - kesinlikle o 1-2 saniyelik andır.
Trabzon’daki maçları Yalçın Çetin anlatırdı ve ekseriyetle onun anlattığı maçları alırdık. Bu yüzden Yalçın Çetin’in sesi bana hep güzel gelmiştir. Zafer Akyol’u da bu kategoriye sokabilirim. Radyodan maç anlatımında Orhan Ayhan’a ayrı bir parantez açmalıyım. Genellikle İstanbul’daki maçları anlatan Ayhan’ın maç öncesi verdiği bilgilerin o dönem benim için hiçbir ehemmiyeti yoktu. Yayına havanın ve taraftarın ne durumda olduğunu belirterek başlar, ardından deniz ya da skorbord tarafındaki kaleyi kimin koruyacağını söylerdi. Bunun yanında anlatımında sıkça başvurduğu şu cümlelerle tahayyül sınırlarımı zorlardı: "orta yuvarlağın kendi yarı alanına bakan dilimi" , "rakip yarı alanının sağ taç çizgisinin beş metre önü"Ama Orhan Ayhan’ın asıl heyecanımızı zirve yaptırdığı nokta, maçın en önemli anındaki “öznesiz” anlatımıydı : “Götürüyor, götürüyor, götürüyor, vurdu topa aut.” İyi de kim götürüyor, nereye götürüyor, golü kim kaçırdı, bunları pozisyon geçtikten sonra öğrenirdik. Bana göre Ayhan’ı özel kılan şey, çoğu zaman profesyonelliğin getirdiği kaçınılmaz mesafeye karşı koyması, heyecanının amatörlüğüne bizi ortak etmesiydi.    
Şüphesiz maçları çıplak gözle izlemenin keyfi ayrı. TV’de yaşanan son teknolojik gelişmelerle futbol keyfini evlere de getirdiler. Statlar da artık geçmişe nazaran her açıdan daha modern. Fakat bu sezon yaşanan belirsizliklerden mi yoksa daha olgunlaşmamızdan mı kaynaklanıyor bilinmez, eski heyecanı, o “radyo heyecanı”nı şimdi hissedemiyorum. Futbol endüstrisinden, takımlarını anlamsız bir şekilde yücelten insanlardan, medyadaki futbol “ulema”larından… ve daha birçok faktörle bunun nedenlerini konuşabiliriz. Konuşmalıyız. Ama şimdilik bildiğim tek bir şey varsa o da eski heyecanımın kalmadığıdır.

3 Nisan 2012

Cihad Özsöz - Çok Geç

pazar günü öğle saatleri, güzel bir havada inönü stadını dolduran taraftarlar ve maça hızlı başlayan bir beşiktaş. ancak her zaman olduğu gibi sonunu getiremeyen bir beşiktaş. gerçi son haftalardaki performanslardan sonra iyi başlamış olmak bile fena bir şey değildi beşiktaşlılar için. gekas'ı arayan ve ekhigo'ya sabretmek durumunda kalan samsunspor da, golü bulamayan beşiktaş'ın kalesini yoklamaya başladı. ernst ve mustafa pektemek'in son anda kadrodan çıkartılması sonrasında yedekler arasında kendisine yer bulan muhammet'i en azından ikinci yarıda sahada görmeyi umuyordum ancak carvalhal takım gol yiyip maçı çeviremeyecek hale geldikten sonra oyuna soktu genç yıldız adayını. burak yine kayıp, ekrem yine içler acısıydı. almeida, edu ve quaresma hakkında konuşmak bile istemiyorum.

murat'ın güzel golüyle samsunspor'a 1-0 yenildi beşiktaş. trabzon ve fener'in puan kaybettiği bir haftada mağlup olup liderin 20 puan gerisine düştü. iyimser hesaplar yapmaya gerek yok. matematiksel şans vs. vs. işini bilmeyen bir teknik direktörle süper final'e gitmek konusundaki isteksizliğimi maç sırasındaki "şu adamı normal sezon bitince postalasalar keşke" temennisiyle dile getirdim. sağolsun yönetim çok geç de olsa carvalhal'i gönderip tayfur'u tekrar takımın başına getirdi. tayfur'dan üstün menajerlik başarıları beklemesem de en azından takımı tanıdığı tesellisiyle avutuyorum kendimi. tayfur'un şike davasındaki durumu halen belirsizliğini koruduğundan bu hamlenin geçici bir hamle olduğu düşünülebilir. ancak herhangi bir ceza almazsa ve seneye de takımın başında kalırsa muhtemelen planlanan ekonomik küçülmenin ve takımda yapılmasını umduğumuz revizyonun önemli aktörlerinden olacak.

tayfur'un taraftarın da haklı olarak dile getirdiği öneriyi dinlemesini umuyorum: "başkan bunların alayını sat!" kimlerin kalması gerektiği performanslarından belli zaten..

1 Nisan 2012

Murat Turfan - Direklerin Gecesi

Futbolda başarı doğrular bir bütün halinde dizilmediği zaman başarı ancak şans yardımıyla geliyor. Maçın daha başında çıkan on birde orta sahada Serkan yerine Aykut’u görünce açıkçası Trabzonspor’un oyunu domine etmesinin çok zor olacağını tahmin ettim. Defansif orta saha olan Aykut’un hücum varyasyonlarını yan toplarla yavaşlatmasının yanı sıra ilk yarıdaki FB maçında gördüğü saçma kırmızı kartın etkisiyle olsa gerek rakip hücumlarında da refakat görevi görünce oyuna hâkim olan taraf FB oldu. Buna Celutska’nın top kayıpları, Volkan’ın son topları denize yollama isteği eklenince rakip sahada daha çok gözüken tarafın sarı lacivertliler olması kaçınılmazdı. Açıkçası daha çok “takım” olabilen ve topu daha verimli kullanan FB’nin tartışmalı bir gol bulması ilk yarıdaki güzel oyunlarını gölgeledi. Gerek saha atılan maddelerden gerekse Olcan ve Volkan’ın aşırı top kullanma isteği ve güçsüzlüğü Trabzonspor’u silik bir hale getirdi. İkinci yarıya Şenol Güneş tarzına göre çok erken ama bir o derecede makul oyuncu değişiklikleri ile başladı Trabzonspor. Oyuna dinamizm katan bu değişikliklere keşke biraz da rakipleri şaşırtacak hücum varyasyonları eklenebilseydi. Burak Yılmaz 32 gol attı ve sene sonu Avrupa’ya gidecek büyük ihtimalle. Ama oradaki olası başarısını tahmin etmek adına bu sezon büyük takımlarla oynanan maçlar yardımcı olabilir. Topu her ayağına alanın  Burak’ı arayacağını ligimizdeki tüm stoperler ezberledi artık. Play-off serisinde bu düşünceyi belki Trabzonspor kendi lehine kullanabilir. Gene de Burak’ın kişisel becerisi ile bulunan gol evinde alınacak ve travması uzun sürecek bir FB yenilgisinden Trabzonspor’u kurtardı. Tabii bunda direklerin de rolü büyüktü.Bazen yenilmemek de önemlidir. Hala takım olamamış ve formsuz, kafası karışık bir Trabzonspor’un iki beraberlik bir galibiyetle büyük maçları tamamlaması play off’tak ikincilik hedefi için bir avantaj bence.Fenerbahçe’de gecenin en iyisi Baroni idi. Dört dörtlük oynadı.

Serkan Toral - 90'ı 1 geçe


Üzerimden atamadığım tembellik, hayatımın her alanında karşımda. Hele ki normalden fazla uğraş gerektiren bir işse, sıra bir türlü gelmek bilmiyor. Geçen haftaki Gaziantepspor maçı da bu şekilde kaynadı. O maça da değinerek, 33. haftayı geride bırakmayı düşünüyorum.

Geçen haftaki maçta futbol şansı Eskişehirspor’dan teğet dahi geçmedi. Son dakika da verdiğimiz pozisyonları saymazsak, Gaziantepspor’un ikinci pozisyonu gol oldu. Bizim için ise kaç ikinci pozisyonlar kaçtı, sayamadım bile. Ersun Yanal’ı kimi zaman anlamak gerçekten güç. Bir önceki maçta harikalar yaratmış Batuhan’ı kesmek, bana göre hiç akıl karı değildi.


Bu haftaya gelinince, ligde artık iddiası kalmamış Erciyes Dağı’nın eteklerinde kurulmuş, Kayserispor ile karşılaşıyorduk. Onların iddiasız olması, bizim de yenerek büyük bir avantaj elde edecek olmamız, maçın ibresini tarafımıza çeviriyordu. Ersun Hoca’da geçen haftaki yanlışından dönerek, Batuhan’ı ilk on bire koydu, uzun süredir sahada gezinmekle yetinen Erkan Zengin’i de yedeğe çekerek iyi bir on bir çıkarttı. (Bana kalırsa günümüz futbol anlayışına göre çok kötü ama, sezon sonu değerlendirmesi yaparken genel bir şekilde yazmak daha iyi.) Maça da Eskişehirspor, iyi başladı. Özellikle Burhan ve Kamara çok istekliydi. Batuhan ve Veysel’in güzel paslarını, Kamara çok güzel iki vuruşla gol yaparak, takımını 2 gol kazandırdı. Kayserispor ise fazla etkili değildi. Ama gol atmak için etkili ataklara gerek olmadığını, Kujovic güzel bir vuruşla bize gösterdi ve takımı için farkı bire indirmiş oldu.


İkinci yarıda ise Eskişehirspor maçı bu şekilde bitirirsem oh ne ala diye oyuna başladı. Pozisyon veriyor, arada pozisyon da buluyordu, ta ki hakem, baltasını sağ kolumuza indirene kadar. Veysel’in ufak bir dokunuşuyla pozisyon gereği oluşan faul sonrasında, gereksiz bir kartla Veysel kendini dışarıda buluyordu. Hazır dışarı çıkmışken mantı ve pastırma yediğini, hesabı da Halis Özkahya’ya gönderdiğini söylememe gerek yok herhalde. Kart sonrasında taraftarlar için, hastalığı tehlikeye atacak dakikalar başlıyordu. Son dakikaya kadar da, hem futbolcularımız, hem de biz taraftarlar kazasız belasız geldik. Ancak 90’ı 1 geçe, Ivesa ve Ediz’in ne yaptığı belirsiz hareketleriyle kalemizde golü görerek, maçtan beraberlikle ayrılmış bulunduk. Tam orta açılırken: “Merak etmeyin siz hiçbir şey olmaz” diyerek, arkadaşlarımın gönlünü ferah tutmaya çalışırken, şom ağızlı olduğum bir kez daha ortaya çıktı. Sağ olsunlar fazla dillendirmeden konuyu kapatarak, beni rencide etmediler.

İ.B.B.’nin de yenmesiyle, önümüzdeki maçlara bakacağız terimi tam anlamıyla bizim için geçerli oldu. Umarım güzel bir sonuçla önümüzdeki haftayı kapatıp, play-off’a kalabiliriz.