17 Ağustos 2012

Hüseyin Keskin- Burak Yılmaz: Tanıdık Bir Masal

Geçmişte olduğu gibi taraftarı bir nevi Çernobil etkisi altına alan bir transfer döneminin daha ardından yeni sezonun arifesindeyiz. Ali Kemaller ile başlayan İstanbul taarruzlarına her dönem kulübün menfaatlerini öne sürerek göz yuman yönetenler, kötü huylu tümörlerin oluşmasına fırsat verdiler. Ve bu kötü huylu tümörlerin bir özelliği de yalnızca bulundukları organa zarar vermekle kalmayıp metastaz yapmalarıdır. Bir türlü kurtulamadığımız bu illet Selçuk İnan’la hortlamış, metastatik tümörleri ise Umut Bulut ve Burak Yılmaz olmuştur.
Üç sezon önce devre arasında Fenerbahçe’den takas olarak gönderilirken kimsenin aklına gelmezdi  Trabzonspor formasıyla 75 maçta 55 gol atacağı. Son vuruşlarındaki becerisini geliştirmesinin yanında 17 numaranın değişimi rakip savunma oyuncularına attığı sert bakışlarla, kaleyi gördüğü anda mesafe tanımaksızın çektiği şutlarıyla, kaçırdığı penaltılara rağmen ısrarla beyaz noktaya gitmesiyle kendisinden ne kadar emin olduğunun da izlerini göstermeye başladı. Lakin bu özgüveninin altında yatan kibri zaman zaman içinden bir canavarın çıkmasıyla ya da son derece basit bir vuruşu kaçırmasıyla sonuçlanıyordu. O canavar San Mames’te ortaya çıkarak takımını neredeyse 90 dakika eksik bırakmış, fakat en büyük cezayı yine kendisi çekmiş ve Şampiyonlar Ligi’nde üç maç eksik boy göstermesine neden olmuştur. TRT’de katıldığı programda Beşiktaşlı olduğunu söylemesiyle bir grup taraftarın gözünde irtifa kaybetmişse de iki sezon önce İnönü’de kırık burunla verdiği mücadele ve attığı golü “samimiyetidir” diyerek savunmamı Galatasaray’a çok şık olmayan bir şekilde transferiyle boşa çıkarmıştır. Mücadeleci kişiliğinin bordo-mavinin kafa tutan yapısıyla bütünleşmesiyle “kral”lığa oturan Burak’ın, zikzaklı kariyerinde düşüş çizgilerini gösteren İstanbul’un bu kez neyi göstereceğini merakla bekliyorum.
Erken teşhisin yanında hastalıkların tedavisinde bağışıklık sisteminin rolü önemlidir. Güçlü bir bağışıklık sistemi ile hastalıkla mücadele kolaylaşır. Aksi takdirde gelecek yıllarda Volkan Şen’in, Soner Aydoğdu’nun, Olcan Adın’ın transferlerini de vahlar tühler arasında konuşmaya devam ederiz. En azından sağlıklı olan organlarımızın kıymetini bilelim.
Dün Bugün
Galatasaray’ın müzesinde henüz UEFA Kupası’nın olmadığı yıllar. 97 ya da 98 olabilir. Kuzenim beni kızdırmak için kesip sakladığı Fanatik’in ilk sayfasını gülerek elime tutuşturdu. Seremonide çekilmiş bir fotoğraf tüm sayfayı kaplıyordu ve manşette “Terim’in Hayalindeki Cimbom” yazıyordu. İşin esprisi ise şuydu: Galatasaraylı futbolcuların yerlerine photoshopla Hami, Ogün, Abdullah, Ünal ve Tolunay’ın kafalarını yerleştirmişlerdi. Yıllar geçti İmperatore hayalinden vazgeçmedi. Ne diyelim hayrını görsün.

7 Mayıs 2012

DENİZ BİTTİ

Dün gece alınan kararlarla Türk futbolu bitmiştir. Şike yapmanın serbest olduğu bir ortamda hangi futbolcuyu ve taraftarı motive edebilirsiniz ki... Yazık, günah. Türk futbolunu temizleme fırsatını çıkar için onu batırmak için kullandılar. Mazlumun ahının tez zamanda çıkması dileğiyle.


6 Mayıs 2012

Hüseyin Keskin - 1461 Trabzon Değil Wisla Krakow

Geçtiğimiz hafta sonu Trabzon’da her ne kadar gündemin ilk sırasını Galatasaray maçı ve şike iddiaları işgal etse de başka bir maçın sonucu da büyük bir merakla bekleniyordu: 1461 Trabzon-Bandırmaspor. 2.Lig Kırmızı Grupta son haftalara yaklaşılırken ilk ikinin maçından ne sonuç çıkacağının taraftarda neden bu kadar büyük bir merak uyandırdığı konusu dikkatimi çekti. Evet, artık tüm dünyanın da bildiği gibi Trabzon şehri futbolla yatıp, futbolla kalkıyor ve haliyle bir üst lige yükselmek için son derece önem taşıyan bu maçın sonucunu beklemeleri de onlar açısından son derece normal. Lakin bu ilginin arka planında yine Trabzonspor sevgisinin olduğunu şöyle açıklayabilirim: 2008 yılında ara takım uygulamasına giden Şener yönetimi, Değirmenderespor kulübünü bünyesine katmış ve ismini önce Trabzon Karadenizspor olarak, geçen sezon da 1461 Trabzon olarak değiştirmiştir. Maksat, gelecek vaat eden oyuncuların sürekli forma giyebilmelerini sağlamak yani Trabzonspor’a kazandırmak. O tarihten beri de Trabzonspor taraftarı büyük beklentiler içerisinde yeni gelecek Fatihleri beklemekte. Yalnız bugüne kadar durum pek de iç açıcı değil. Bu uygulamayla A takıma sadece Mustafa Yumlu kazandırılabilmiştir. Ersun Yanal’ın A takımda kısa bir dönem şans tanıdığı, Broos’un yaz kampında denedikten sonra 1461’e gönderdiği Göksu Alhas gibi isimlerin yıllardır taraftarın beklediği patlamayı gerçekleştirememiş olması, bu uygulamadan doğan beklentiyi sorgulatır hale getirmiştir.
Trabzonspor’un son yirmi yıllık transfer politikalarına baktığımızda -sanırsınız- ara takımlar Dinamo Tiflis ve Wisla Krakow olmuştur. Arveladzeler ile başlayan Tiflis-Trabzon uçağının son yolcusu Jamarauli olmuş -ki sadece Şota’nın varlığı diğer fiyaskoları hafifletmiştir- ve ismini telaffuz etmeyi öğrenirken dahi zorlandığımız Szymkowiak’ın ilk sezonundaki büyüleyici performansının ardından umutlandığımız Krakow-Trabzon hattı ise Brozek Kardeşler ve Adrian’ın bu sezonki tüyler ürperten (ürpermek: Korku, tiksinti, üşüme vb. yüzünden tüylerin dikilip derinin nokta nokta kabarmasıyla görülen ani titreme) performanslarından sonra umarım bir daha açılmamak üzere kapanır. Krakow/Polonya-Trabzon birlikteliği ne zaman parazit yaşamdan mutual yaşama evrilirse tekrar o zaman başlamalıdır. Aksi takdirde fiyaskolar listesinin Polonya ayağı futbolseverlere boş umutlar dağıtmaya devam edecektir.
Avrupa futboluna baktığımızda altyapıların, pilot ve ara takım uygulamalarının ne kadar büyük önem taşıdığı su götürmez bir gerçek. Fakat ülkemizde yıllardır bu uygulamalardan istenilen sonuçların bir türlü alınamamasının nedenleri üzerinde durulması gerektiği kanaatindeyim. Kurumsallaşma sıkıntısı mı, eğitim yetersizliği mi yoksa tüm bunların müsebbibi günü kurtarma hastalığı mıdır bizim derdimiz?

21 Nisan 2012

Murat Turfan - Akılda Olmayınca

En iyi dördün en kötü ikisinin maçı sıfatına yakışır şekildeydi. Orta sahası olmayan iki takıma zaman zaman defans oyuncuları ve kaleciler yardım edince bir takım pozisyonlar gelişti. Vasat iki takımın aklı başka yerde oyuncularının karşılaşmasından keyif almak mümkün değildi. İlk yarıda Beşiktaş’ta Necip ve Simao, Trabzonspor’da ise Adrian yokları oynadı. Ama Beşiktaş orta sahasının konuksever tavırları  pozisyonvari aksiyonlara yol açtı. İkinci yarıda Beşiktaş kenar yönetimi Necip’i çıkarıp tabloyu değiştirmek istedi. Ev sahibi takımın kenar yönetimi de oyuncularına uyunca Beşiktaş sanki biraz baskı kurar gibi oldu.Hele Şenol Güneş anlaşılmaz bir şekilde Volkan’ı çıkarınca bu daha da belirginleşti. Tam o esnada gelen sürpriz gol durumu yeniden bordo mavililer lehine çevirdi. Sonrasındaki hiçbir değişiklik bu durumu değiştirmeye yetmedi. Adrian ve Henrique gibi kalibrasyonu düşük iki oyuncuyu ısrarla isteyen ve ısrarla Volkan’ı test eden Şenol Güneş’e sevgilerimi sunuyorum. Keşke Trabzon’un bütün maçlarını sadece bayanlar izlese…

15 Nisan 2012

Hüseyin Keskin - Rakamlarla 'Üçüncü'

Otuz dört haftalık bir maratonu daha geride bıraktık.  Bu sezon ilk kez uygulanacak olan “play-off “ sistemi ile birlikte heyecan altı hafta daha devam edecek. Oluşan puan farkları özellikle Beşiktaşlı ve Trabzonsporlu futbolseverler olarak insan aklımızı makul bir seviyede tutsa da, taraftar kalbimizi topun ‘yuvarlak’ olan mazisi nedeniyle altı hafta daha meşgul edecek.
Süper Final başlamadan önce geride bıraktığımız sezonu Trabzonspor açısından değerlendirdiğimizde ilginç istatistikî bilgiler gözümüze çarpıyor. Kuşkusuz akıllara ilk olarak  Burak Yılmaz’ın attığı otuz iki gol ve Trabzonspor’un bir sezonda ‘iki’ kez hem Şampiyonlar Ligi’nde hem de UEFA Avrupa Ligi’nde mücadele ederek bir ilke imza atması geliyor. Bunun yanında lige son anda tutunan Antalyaspor’u son iki sezondur mağlup edememesi, Olimpiyat Stadı’nda az sayıda “boz baykuş”a oynayan Büyükşehir Belediyespor’un evindeki tek yenilgisinin Trabzonspor’a karşı olması- ki TS A.Aker’de bu sezon tam 5 maç kaybetti-, kadrosunda ilk kez on bir yabancı futbolcu bulundururken, bunlardan  Piotr ve Jebrin’in hiçbir lig maçında forma giymemesi diğer ilginç notlar arasındaydı. Ama ligin 28.haftasındaki TS-Mersin İ.Y maçının 88.dakikasında yaşananlar hem istatistikleri alt üst etti hem de beni. Aslen Sürmeneli olan, uzun yıllar Trabzonspor forması giyen, yedekliği hiç problem etmeyen ve maça uzatma anlarında bile girse maçın ilk dakikasıymışçasına koşan, Gökdeniz Karadeniz’e G.Saray maçında yaptığı “Zidanevari” asistle hatıralarımda sakladığım, şair Güven Adıgüzel’in de dediği gibi ‘herkesin hasta olduğu’ Yattara’ya soyadını veren adam… Hasan Üçüncü
 Bir aralar ikinci kaptanlığa kadar da yükselmişti. 2008-2009 sezonundan itibaren sırayla Ankaragücü, Giresunspor, Ç.Rizespor ve Mersin İdman Yurdu formalarını giydi. Hem Trabzonlu oluşu hem de kadroda en az bir oyuncunun geçmişle bağ kurması adına kalmasını çok istemiş ve gitmesine üzülmüştüm. Ama O, 88.dakikayla birlikte unutulmazlar arasındaki yerini aldı. Mersin İ.Y Avni Aker’de 2-0 öne geçmiş, ardından TS’nin canhıraş mücadelesi skoru 2-2’ye taşımıştı. Ne var ki Nurullah Sağlam 84’te oyuna müdahalesiyle, eski bir TS’li olan Erman Özgür’ü oyundan alarak yerine Üçüncü’yü sokmuştu. Trabzonspor üçüncü gol için yüklenirken, Mersin İ.Y kontra atağında yine eski bir TS’li olan Mustafa Keçeli’nin pasıyla topla buluşan Hasan Üçüncü, kendinin dahi şaşıracağı düzgün bir vuruşla maçın skorunu tayin etmişti. Yalnız golden sonra Hasan Üçüncü’nün sevinmemesi bir yana topun filelerle buluştuğunu gördüğü anda ellerini ‘ne yaptım’ dercesine kafasına götürmesiyle birlikte kendisine olan sevgimin hakkını iade etti. Bu sezon TS’nin niye şampiyonluktan uzak kaldığının göstergelerinden biri olan istatistiğe gelelim. Hasan Üçüncü en son golünü 24 Nisan 2005’te TS formasıyla atmıştır ve tam 7 sezon, 110 resmi maç sonra gol orucunu eski takımına karşı hemşerilerinin önünde bozmuştur. Şöyle bitirelim o zaman: Olur mu böyle Hasan / Söyle olur mu Hasan

9 Nisan 2012

Farız Yıldırım - GS-Manisa Maçı Vesilesiyle Birkaç Not


GS sadece skor anlamında ortalamasının üstündeydi.

Emre’nin dün yaptığı gibi ısrarla kaleyi yoklamaya devam etmesi lazım. Terim, dün ikinci devre yaptığı gibi onu orta sahada görevlendirirse, daha fazla kaleye şut çekme imkanı bulur. Emre’de ayrıca kayda değer bir top çalma becerisi var. Ayrıca dayanıklılığı da artmış durumda. 

Selçuk Avrupa’ya sürpriz bir transfer yapmazsa, Galatasaray kaptanlığına doğru koşuyor. Soğukkanlılığıyla saha da tam bir sorumluluk timsali. Oyun ve skora olan katkısı da takım içerisindeki saygınlığını her geçen gün perçinliyor.

Engin, potansiyel olarak Arda’dan beklenen şeyleri yapabilecek bir futbolcu. Disiplin konusunda mesafe aldığı açık.

Aydın, süratiyle ayakta kalan bir futbolcu. Tek başına süratin ancak koşu pistinde işe yaradığını, Sabri’yle birlikte iyice anlamaları lazım. Şut ve orta becerisi anlamında ikisinde de hala belirgin bir iyileşme yok.
Yiğit Gökoğlan, hala saklı bir hazine gibi. Çok umut verici bir transfer olmasına rağmen, objektiflere kenarda ve tribünden daha estetik pozlar veriyor. Bu kadroda bir yer kapamazsa, gelecek yılın kadrosuna girmesi çok daha zor.

8 Nisan 2012

Cihad Özsöz - Yine Bize Hüsran..

Beşiktaş taraftarı için hüsran dolu bir sezon daha sona erdi. Her kötü sezonun son haftalarında "düşenin dostu" olma özelliğini koruyan takım lige veda eden Samsun'u geçen hafta ümitlendirmişti. Bu hafta ise ligde kalması kesinleşen ve play-off iddiası da olmayan Karabük, Beşiktaş'tan puanını alarak sezonu kapattı. Normal sezonun sonu itibariyle lige veda eden Ankaragücü ve Samsunspor'la yaptığı maçlarda toplamda 7 puan kaybeden Beşiktaş bu puanları kaybetmemiş olsaydı Süper Final öncesi biraz daha heyecan duyabilecektik. Hiç değilse ikincilik için. Mevcut durumda Fenerbahçe'yle aramızda oluşan 6 puanlık fark kapanmayacak bir fark değilse de takımın oyna(ma)dığı futbol ve sahadaki isteksizlik Süper Final'in Beşiktaş taraftarı için işkenceye dönüşebileceğinin işareti. 15 maç üstüste mağlup olup rekor kırarak ligden düşen Ankaragücü'nün aldığı son puanın bir Beşiktaş beraberliği olduğunu da not olarak ekleyelim.

Şimdiden sezon sonu yapılması gerekenleri kendimizce özetleyelim:


Gitmesi ya da artık futbolu bırakması gerekenler:
Edu

Edu
Edu (Mümkünse 3 kere gönderilsin)
Bebe (Zaten kiralıktı, yaşadığı sakatlıktan sonra yeniden aynı risk alınmamalı)
Ricardo Quaresma
Simao Sabrosa
Mehmet Aurelio
Ekrem Dağ
Hugo Almeida
Sidnei
Julio Alves
Holosko (Ne kadar seviyor olsam da..)

Bu listede malesef doğru düzgün izleyemediğimiz futbolcular da var. Süper Final'de oynayıp fikrimizi değiştirmemize neden olurlarsa bilemem. Ayrıca kalması gerektiğini düşündüğüm futbolcuların bazılarını iyi birer yedek olarak düşündüğüm için bu listeye yazmadım. Yerlerine iyi transfer yapılacaksa takımda kalmalılar.

Murat Turfan - Bitse de Gitsek

Hedefi olmayan iki takımın maçı, bu seneki birçok maç gibi kalitesiz ve zevksizdi. Aldıkları parayı geçtim de bu güzel pazar gününde stada gelenlere saygıdan insan azcık kıpırdanır. Kendi adıma 1461 Trabzon’un Körfez ile oynadığı maçı izlemek isterdim. Hatta Mustafa Akçay’ı da Trabzonspor’un başında… Maçla ilgili pek bir yoruma gerek yok. Tatsız tuzsuz bir mücadele idi. Orduspor, klasik Cuper oyununu çok iyi oynuyor. Pivot bir santrafor ve hızlı bir kanat adamı ile seneye çok canlar yakar. Trabzonspor’da play off öncesi çok zorlamadı. Hoş play off’ta da benim adıma kesin bir üçüncülük varken – ne aşağı ne yukarı – kassa da fark etmezdi. Bakalım önümüzdeki 6 maç nasıl geçecek..

6 Nisan 2012

Hüseyin Keskin - Mikrofonlarımız Trabzon’da

Maçları radyodan takip ettiğim zamanlardı. Şifreli yayın başlamış ve Trabzonspor’un maçları da takımın kötü gidişatından yahut parasal bir nedenden ötürü canlı yayınlanmıyordu. Genellikle gündüz olan maçları TRT Radyo 1’den babamla birlikte dinlerdik. Trabzonspor bağımız haftalar ilerledikçe TRT’yle de oluşmaya başlamıştı. Reksan Reklam sunar diye başlayan reklam kuşağı Stil Boya’nın hala kulaklarımda olan iğrenç müziğiyle devam eder, Tahsildaroğlu “benim peynirim” ile son bulurdu. Dünyadan soğutan reklamlara rağmen devam eden heyecan, son notadan sonra kontrolü iyiden iyiye ele alırdı. Reklam arasında gol olmadıysa merkezlerden dakika-skor alınır ve spiker ‘bizimle birlikte olamadığı dakikalarda’ kayda değer bulduğu notlarını sıralar, sonra esas maça geçilirdi. Gol olduğu takdirde ilk olarak, gol olan merkeze bağlanılırdı. Kalp atışını sadece göğsümde değil adeta bütün vücudumda hissettiğim an ise merkezin herhangi bir maç anlatımı sırasında araya girip, gol olan şehrin adını söylemesiydi. “Mikrofonlarımız Trabzon’da”.  Radyonun başında bulunma sebebim olan an gelmiş çatmış,  kan akışı sanki sadece ellerime hücum etmiş ve bütün bekleyişlerimiz ilk olarak spikerin ne diyeceğinden çok stattan gelecek sese odaklanmıştı. Eğer statta bir sessizlik varsa biliriz ki golü yemişiz, yok staddan yüksek tonda anlamsız sesler geliyorsa golü atmışız. Eğer literatürde radyo heyecanı diye bir şey varsa – yoksa da girsin - kesinlikle o 1-2 saniyelik andır.
Trabzon’daki maçları Yalçın Çetin anlatırdı ve ekseriyetle onun anlattığı maçları alırdık. Bu yüzden Yalçın Çetin’in sesi bana hep güzel gelmiştir. Zafer Akyol’u da bu kategoriye sokabilirim. Radyodan maç anlatımında Orhan Ayhan’a ayrı bir parantez açmalıyım. Genellikle İstanbul’daki maçları anlatan Ayhan’ın maç öncesi verdiği bilgilerin o dönem benim için hiçbir ehemmiyeti yoktu. Yayına havanın ve taraftarın ne durumda olduğunu belirterek başlar, ardından deniz ya da skorbord tarafındaki kaleyi kimin koruyacağını söylerdi. Bunun yanında anlatımında sıkça başvurduğu şu cümlelerle tahayyül sınırlarımı zorlardı: "orta yuvarlağın kendi yarı alanına bakan dilimi" , "rakip yarı alanının sağ taç çizgisinin beş metre önü"Ama Orhan Ayhan’ın asıl heyecanımızı zirve yaptırdığı nokta, maçın en önemli anındaki “öznesiz” anlatımıydı : “Götürüyor, götürüyor, götürüyor, vurdu topa aut.” İyi de kim götürüyor, nereye götürüyor, golü kim kaçırdı, bunları pozisyon geçtikten sonra öğrenirdik. Bana göre Ayhan’ı özel kılan şey, çoğu zaman profesyonelliğin getirdiği kaçınılmaz mesafeye karşı koyması, heyecanının amatörlüğüne bizi ortak etmesiydi.    
Şüphesiz maçları çıplak gözle izlemenin keyfi ayrı. TV’de yaşanan son teknolojik gelişmelerle futbol keyfini evlere de getirdiler. Statlar da artık geçmişe nazaran her açıdan daha modern. Fakat bu sezon yaşanan belirsizliklerden mi yoksa daha olgunlaşmamızdan mı kaynaklanıyor bilinmez, eski heyecanı, o “radyo heyecanı”nı şimdi hissedemiyorum. Futbol endüstrisinden, takımlarını anlamsız bir şekilde yücelten insanlardan, medyadaki futbol “ulema”larından… ve daha birçok faktörle bunun nedenlerini konuşabiliriz. Konuşmalıyız. Ama şimdilik bildiğim tek bir şey varsa o da eski heyecanımın kalmadığıdır.

3 Nisan 2012

Cihad Özsöz - Çok Geç

pazar günü öğle saatleri, güzel bir havada inönü stadını dolduran taraftarlar ve maça hızlı başlayan bir beşiktaş. ancak her zaman olduğu gibi sonunu getiremeyen bir beşiktaş. gerçi son haftalardaki performanslardan sonra iyi başlamış olmak bile fena bir şey değildi beşiktaşlılar için. gekas'ı arayan ve ekhigo'ya sabretmek durumunda kalan samsunspor da, golü bulamayan beşiktaş'ın kalesini yoklamaya başladı. ernst ve mustafa pektemek'in son anda kadrodan çıkartılması sonrasında yedekler arasında kendisine yer bulan muhammet'i en azından ikinci yarıda sahada görmeyi umuyordum ancak carvalhal takım gol yiyip maçı çeviremeyecek hale geldikten sonra oyuna soktu genç yıldız adayını. burak yine kayıp, ekrem yine içler acısıydı. almeida, edu ve quaresma hakkında konuşmak bile istemiyorum.

murat'ın güzel golüyle samsunspor'a 1-0 yenildi beşiktaş. trabzon ve fener'in puan kaybettiği bir haftada mağlup olup liderin 20 puan gerisine düştü. iyimser hesaplar yapmaya gerek yok. matematiksel şans vs. vs. işini bilmeyen bir teknik direktörle süper final'e gitmek konusundaki isteksizliğimi maç sırasındaki "şu adamı normal sezon bitince postalasalar keşke" temennisiyle dile getirdim. sağolsun yönetim çok geç de olsa carvalhal'i gönderip tayfur'u tekrar takımın başına getirdi. tayfur'dan üstün menajerlik başarıları beklemesem de en azından takımı tanıdığı tesellisiyle avutuyorum kendimi. tayfur'un şike davasındaki durumu halen belirsizliğini koruduğundan bu hamlenin geçici bir hamle olduğu düşünülebilir. ancak herhangi bir ceza almazsa ve seneye de takımın başında kalırsa muhtemelen planlanan ekonomik küçülmenin ve takımda yapılmasını umduğumuz revizyonun önemli aktörlerinden olacak.

tayfur'un taraftarın da haklı olarak dile getirdiği öneriyi dinlemesini umuyorum: "başkan bunların alayını sat!" kimlerin kalması gerektiği performanslarından belli zaten..

1 Nisan 2012

Murat Turfan - Direklerin Gecesi

Futbolda başarı doğrular bir bütün halinde dizilmediği zaman başarı ancak şans yardımıyla geliyor. Maçın daha başında çıkan on birde orta sahada Serkan yerine Aykut’u görünce açıkçası Trabzonspor’un oyunu domine etmesinin çok zor olacağını tahmin ettim. Defansif orta saha olan Aykut’un hücum varyasyonlarını yan toplarla yavaşlatmasının yanı sıra ilk yarıdaki FB maçında gördüğü saçma kırmızı kartın etkisiyle olsa gerek rakip hücumlarında da refakat görevi görünce oyuna hâkim olan taraf FB oldu. Buna Celutska’nın top kayıpları, Volkan’ın son topları denize yollama isteği eklenince rakip sahada daha çok gözüken tarafın sarı lacivertliler olması kaçınılmazdı. Açıkçası daha çok “takım” olabilen ve topu daha verimli kullanan FB’nin tartışmalı bir gol bulması ilk yarıdaki güzel oyunlarını gölgeledi. Gerek saha atılan maddelerden gerekse Olcan ve Volkan’ın aşırı top kullanma isteği ve güçsüzlüğü Trabzonspor’u silik bir hale getirdi. İkinci yarıya Şenol Güneş tarzına göre çok erken ama bir o derecede makul oyuncu değişiklikleri ile başladı Trabzonspor. Oyuna dinamizm katan bu değişikliklere keşke biraz da rakipleri şaşırtacak hücum varyasyonları eklenebilseydi. Burak Yılmaz 32 gol attı ve sene sonu Avrupa’ya gidecek büyük ihtimalle. Ama oradaki olası başarısını tahmin etmek adına bu sezon büyük takımlarla oynanan maçlar yardımcı olabilir. Topu her ayağına alanın  Burak’ı arayacağını ligimizdeki tüm stoperler ezberledi artık. Play-off serisinde bu düşünceyi belki Trabzonspor kendi lehine kullanabilir. Gene de Burak’ın kişisel becerisi ile bulunan gol evinde alınacak ve travması uzun sürecek bir FB yenilgisinden Trabzonspor’u kurtardı. Tabii bunda direklerin de rolü büyüktü.Bazen yenilmemek de önemlidir. Hala takım olamamış ve formsuz, kafası karışık bir Trabzonspor’un iki beraberlik bir galibiyetle büyük maçları tamamlaması play off’tak ikincilik hedefi için bir avantaj bence.Fenerbahçe’de gecenin en iyisi Baroni idi. Dört dörtlük oynadı.

Serkan Toral - 90'ı 1 geçe


Üzerimden atamadığım tembellik, hayatımın her alanında karşımda. Hele ki normalden fazla uğraş gerektiren bir işse, sıra bir türlü gelmek bilmiyor. Geçen haftaki Gaziantepspor maçı da bu şekilde kaynadı. O maça da değinerek, 33. haftayı geride bırakmayı düşünüyorum.

Geçen haftaki maçta futbol şansı Eskişehirspor’dan teğet dahi geçmedi. Son dakika da verdiğimiz pozisyonları saymazsak, Gaziantepspor’un ikinci pozisyonu gol oldu. Bizim için ise kaç ikinci pozisyonlar kaçtı, sayamadım bile. Ersun Yanal’ı kimi zaman anlamak gerçekten güç. Bir önceki maçta harikalar yaratmış Batuhan’ı kesmek, bana göre hiç akıl karı değildi.


Bu haftaya gelinince, ligde artık iddiası kalmamış Erciyes Dağı’nın eteklerinde kurulmuş, Kayserispor ile karşılaşıyorduk. Onların iddiasız olması, bizim de yenerek büyük bir avantaj elde edecek olmamız, maçın ibresini tarafımıza çeviriyordu. Ersun Hoca’da geçen haftaki yanlışından dönerek, Batuhan’ı ilk on bire koydu, uzun süredir sahada gezinmekle yetinen Erkan Zengin’i de yedeğe çekerek iyi bir on bir çıkarttı. (Bana kalırsa günümüz futbol anlayışına göre çok kötü ama, sezon sonu değerlendirmesi yaparken genel bir şekilde yazmak daha iyi.) Maça da Eskişehirspor, iyi başladı. Özellikle Burhan ve Kamara çok istekliydi. Batuhan ve Veysel’in güzel paslarını, Kamara çok güzel iki vuruşla gol yaparak, takımını 2 gol kazandırdı. Kayserispor ise fazla etkili değildi. Ama gol atmak için etkili ataklara gerek olmadığını, Kujovic güzel bir vuruşla bize gösterdi ve takımı için farkı bire indirmiş oldu.


İkinci yarıda ise Eskişehirspor maçı bu şekilde bitirirsem oh ne ala diye oyuna başladı. Pozisyon veriyor, arada pozisyon da buluyordu, ta ki hakem, baltasını sağ kolumuza indirene kadar. Veysel’in ufak bir dokunuşuyla pozisyon gereği oluşan faul sonrasında, gereksiz bir kartla Veysel kendini dışarıda buluyordu. Hazır dışarı çıkmışken mantı ve pastırma yediğini, hesabı da Halis Özkahya’ya gönderdiğini söylememe gerek yok herhalde. Kart sonrasında taraftarlar için, hastalığı tehlikeye atacak dakikalar başlıyordu. Son dakikaya kadar da, hem futbolcularımız, hem de biz taraftarlar kazasız belasız geldik. Ancak 90’ı 1 geçe, Ivesa ve Ediz’in ne yaptığı belirsiz hareketleriyle kalemizde golü görerek, maçtan beraberlikle ayrılmış bulunduk. Tam orta açılırken: “Merak etmeyin siz hiçbir şey olmaz” diyerek, arkadaşlarımın gönlünü ferah tutmaya çalışırken, şom ağızlı olduğum bir kez daha ortaya çıktı. Sağ olsunlar fazla dillendirmeden konuyu kapatarak, beni rencide etmediler.

İ.B.B.’nin de yenmesiyle, önümüzdeki maçlara bakacağız terimi tam anlamıyla bizim için geçerli oldu. Umarım güzel bir sonuçla önümüzdeki haftayı kapatıp, play-off’a kalabiliriz.

30 Mart 2012

Fatih Temizsu - Belalımız İBB

Doğrusu birçok beşiktaşlı gibi bendeniz de manisa maçı sonrası kartalın vites yükselteceği umuduna kapılmıştım. Bir taraftan da sonraki ilk lig mücadelesinde rakibin belediye olması bu umudun üzerine kara bulutlar taşımıyor değildi.Yazı başlığındaki arabesk havanın aksine İBB beşiktaş için son derece gerçek. Ne de olsa süper lige çıktığından beri belediye takımı futbolcu kadrosu ne olursa olsun beşiktaşı hep yenmiş yada bir puanla göndermişti. Nitekim, tarih tekerrürden ibarettir gerçeği yine vuku buldu ve ibb takımı, sonucu bi kenara bırakın topun ne olduğunu bile unutturdu ciddi bir süre boyunca beşiktaşa. İlkyarı boyunca topu önde geçtikleri kısımda bile sürekli beşiktaş sahasına taşımaya çalıştılar. Özelliklle Edin Visca ve tom kenarlardan çok etkili geldiler son pas tercihlerinde biraz daha akıllıca oynasalrdı ilk yarı 2'yi bulurlardı. Tabi attığı harika gol ve 2. golde viscaya çıkardığı ortayla unutulmaması gereken asıl isim Efe İnanç.
Buna karşın beşiktaşın 1 puanı alması hatta nerdeyse bunu 3e çevirecek olmasında tek etkili adam yine fernandesdi. Ortada bastı,koştu, oyunu soğuttu inanılmaz ara paslar çıkardı. Hele 2. golde vatandaşına çıkardığı o matematik dehası inceliğinde arapas: Topu aldığı yerden itibaren sürüşü, saklayışı ve kanat oyuncusunun en müsait olduğu anda ölümcül hamle zamanlaması durdurulabilir cinsten değildi. Bu sene tüm hezimetlere rağmen bu takımda belki bir dahga göremeyeceğimiz bir playmaker izledik ya..



Öte yandan fernandesin oyununa oltadan kaçan solucan etkisi yapan veli diye ne idüğü bilinmez bir yetenek yoksunu var.Bir futbolcu nasıl dili dışarı çıkacak kadar sahada koşup aynı ölçüde topu hep yanlış kullanır ? Anlamak mümkün değil. Adam kontrada yada set hücumunda kaleye diye vurduğu her topu en az 5 metre üste sağa yada sola sallıyor. Hadi bu ona zor geliyor. Peki 2-1 iken kontrada boş kaleye atamadığı topu nasıl açıklayacağız? Bu adamla olmaz. Trabzona gönderlimeli ki burak gibi bir zamanlar guiza bile olmayan bi adamdan günümüz ideal santroforu elde eden Şenol güneş tarafından yontulsun!


Gelelim carlos carvalhal'e. İdeal stoper çifti sivok&egemeni bozup egemeni sola alması nasıl bir futbol gerçeğidir? Bundaki ana amacı nedir? Biri bana anlatsın! Evet futbolcu bile olduğundan şüphe etmeme rağmen ekremin daha fazla yeridir defansın solu egemene nazaran. Heralde onu buna iten ana faktör boludan yiyilen golde ekremin yanından elini kolunu sallaya sallaya geçen boluluyu durdurmaması idi. Tamam bunu kabul edelim. İyi de yerine oynattığın adam orda sürekli çizgiyi bozuyor. Arkaya adam kaçırıyor. 2-2 olana dek sürekli solda egemenden kaynaklı madeni kullanıyor ibb. İşte iyi hoca golü beklemeyen adamdır. O beraberlik golünde asıl suçlu egemen değil carlostur! İşin gerçeği bu sezon kaybedilen puanlarda carlosun öne geçilen oyunlarda takımı sahasına çekmesi ve oyuncu tercihlerinin büyük etkisi olduğu kanısındayım. İlginç olan ise portekizli teknik adamın son verdiği demeçlerde,alınan kötü sonuçlardan sonra, kendisine bir zamanlar iyi hoca diyenlerin kötü demeye başladığını vurgulaması. Üstelik carlos bu sezonu genel olarak beşiktaş adına başarılı buluyor. Geçen sene 5. idi bu yıl ilk 4te diyor. Oysa birçoklarının hiç umrunda olmayan türkiye kupasında boluya elenen beşiktaşın son yıllarda bu kupaya damga vurduğundan bihaber sanırım. Bana kalırsa biri dışında diğer portekizliler gönderilmeli. Kalması gereken yegane portekizli'nin sadece abdala malum olmadığı aşikar heralde!

Pazar günü samsunla oynayacak beşiktaş. Hiç de kolay değil işi. Can havliyle mücadele edecektir samsun takımı. Bakalım ne olacak..

27 Mart 2012

Farız Yıldırım - Çakır-Terim

GS-TS maçı heyecan yönünden vasatın üstündeydi. Bir tarafta TS baskısı, diğer tarafta Cüneyt Çakır’ın yoktan var ettiği sarı kartlar, Galatasaray adına oyuncu-teknikadam-taraftar düzleminde kolektif bir gerginlik yarattı. Bu maçtaki performansını dışarıda bıraksak bile, şunu içtenlikle söylemek gerekir ki, Çakır kesinlikle hak ettiğinin fevkinde bir kariyere sahip. Öyle tahmin ediyorum ki yıllardır kendisi gibi hakem anlamında da şampiyonalarda boy gösteremeyen Türkiye’nin, Çakır için seferber ettiği lobinin bunda etkisi büyüktür. Naçizane, söz konusu iltifata Aydınus’un elyak olduğunu düşünüyorum.

Maçta, sezon başında olduğu gibi Terim’in hayal gücünü yine zorladığını gördük. Karabük’ten gönderilen Batdal’ı oyuna alması kadar, ona şişirilecek toplar için de yüzüne bakmadığı Gökoğlan ve Türkiye liginin en kötü ortalarına imza atan Sabri’ye başvurması, hatta Melo’yu forvete göndermesi ilginçti. Rakibin ayağından sekip eliyle buluşan top, Sabri adına orta; Galatasaray adına ise skor anlamında büyük bir isabet oldu. Çünkü Cimbom, ikinci yarıda tıpkı Fener gibi Trabzon’u da sahadan silmiş, en azından bir puanı hak edecek bir oyun sergilemiş durumdaydı. 

Batdal’ın acemice kalecinin hareket yönü doğrultusunda yakın direğe gönderdiği topun adresi uzak direk olsaydı, Cimbom, Fener maçında kaçırdığı son dakika zaferini bu maçta telafi edebilir, Batdal da Semih ve Emre gibi şans bulmak anlamında bundan sonraki maçlarda büyük bir krediye konabilirdi.

Cihad Özsöz - Maç İzlemek İstiyoruz!

sözlerimize ligtv'nin canlı yayınlardaki başarısızlıklarıyla başlayalım. yönetmenleri daha önce hangi alanlarda tecrübe edinmişler bilmiyorum ama canlı maç yayınları sırasındaki rezaletlerin sonu yok. gerektiğinde gereken pozisyonun tekrarını göstermeyip, maçın orta yerinde alakasız bir tekrara giren ve spikerin "ve top auta gidiyoğr" nidalarıyla, sona eren bir pozisyonu kaçırdığımızı bize hatırlatan kanal yönetimi kendi topuğuna sıkıyor farkında değil. diğer tarafta d-smart "ihale koşulları değişti, rekabet ortamı değişti" diye ihaleyi yenilettirmenin derdindeyken bu denli kalitesiz yayınlar devam ederse tff de bir gün karar değiştirir diye tahmin ediyorum. sonuçta bu iş para işi..

tff'nin el atması gereken bir diğer konu da reklamlar. maçtan önce, maç sırasında ve maç sonrasındaki reklam yoğunluğu cidden maçı çekilmez hale getirebiliyor. bilhassa maç içerisinde, örneğin kaleci aut atışı kullanacakken maraton tribününe sabitlenen kameraya geçilmesi ve orada seyircilerin üzerinde görünen reklamların uzaması, bu sırada ekranın köşesinde hareketlenen oyuncuları görmemiz ve kameranın bir türlü oraya dönememesi gibi olaylar neredeyse her maçta 2şer 3er kez tekrarlanıyor. maç biter bitmez saha içindeki sevinç ya da hüzün anlarını göstermek yerine reklam çılgınlığı yaşatmaları da ayrı bir mevzu. kendilerine hatırlatayım, siz reklam girince insanlar değiştiriyor kanalı, mesela rıdvan&güntekin ikilisine gidiyorlar. düşünün para verip aldıkları ligtv'yi kapatıp her platformda yayın yapan bir kanala geçiyorlar. en azından biz geçiyoruz çoğu zaman. zira tribünlerdeki galibiyet şovlarını yayınlamıyor bizi reklamlara boğuyorsunuz. tff'nin buna bir standart getirebileceğine inanıyorum. 

gelelim yayın haklarına ödenen ücretlerin ligin kalitesine katkı yaptığı yalanına. yayın hakkından doğan gelirlerin takımlar için büyük bir gelir kaynağı olduğu doğru ancak yönetim alanında ülke olarak yeterli profesyonelliğe ulaşmadığımız için bu paralar çoğunlukla tatil yapmaya gelen yabancılara harcanmakta. isim olarak büyük olsa da takıma katkısı az olan oyuncu çok fazla. yani demem o ki, çok para verince olmuyor bu işler. 

bu yayın hakkı mevzusunun ailelerin aylık giderine getirdiği yük de az değil. misal ben türkiye ligini izlemek istemiyorum. bu yılki şike tartışmaları yüzünden avrupa futbolunu izleyeyim de neşemi bulayım diye düşünüyorum. ne mümkün! premier lig ligtv'nin kapalı kapıları ardında. ben premier lig'i içeren pakedi almış olduğum halde ligtv kafasına göre paket içeriğini değiştirip benden aylık ek ücret istedi. zaten parasını ödemekte olduğum premier lig'i kapatıp bir daha para istediler yani benden. almadım. juventus'u takip edeyim desem d-smart edinmem gerekiyor. hepsini geçtim sadece avrupa kupası maçlarını izleyeyim desem star'ın devrinden dolayı o konuda da kafam karışık. bir maç izliyoruz, bir sonraki hafta bakıyoruz diziler diziler. ntv ispanya ligiyle ilgili bir karar değişikliğine giderse yakında para ödemeden maç izlemek tamamen imkansız hale gelecek. kaçak yollarla internetten izlemek için bile eve internet bağlatıp belli bir ücret ödemeniz lazım. kısacası, bir futbolsever olarak aynı anda iki lig takip edebilmek için aylık en az 70-80 lira gibi bir ücret ödemeniz gerekebilir. türkiye şartlarında iyi para. o kadar parayı veren bir yığın insan var, ligin kalitesi de ortada. karışık işler..

Cihad Özsöz - Maddi Manevi Yıkım

yönetim fakiri ve nicedir "acaba beni ne zaman gönderecekler" kişisi carvalhal'in bir faciasını daha izledik dün akşam. aylardır neden oynatılmadığını sorduğumuz oyuncuların hepsi birden son dakikalarda sahaya daldı ve bir o yana bir bu yana koşuşturdular. yeni bir şuursuzluk vakası daha.. burak kaplan'ın ilk 11 oynamasına ziyadesiyle sevindim fakat kendisi sezonun ilk haftaları oynanıyormuş havasındaydı. bunun sebebi elbette 32 haftadır doğru düzgün oynatılmamış olmasıydı. ancak yine de halı sahada adam eksik kaldığı için kenardan çağırılan eşofmansız ve ayakkabısız adam halleri çok fenaydı bu akşam. oyuna çok yabancıydı.

fernandes ve simao yine bildiğimiz gibi. fernandes yırtınıyor simao seyrediyor. üzerine ernst'in etkisizliği ve ne idüğü belirsiz veli kardeşimizin bir türlü kaleyi bulamaması eklenince fena bir orta saha oldu beşiktaş orta sahası. hele veli o yenen golden önce kaçırdığı pozisyonu atamayacaksa neyi atacak çok merak ediyorum. bir zamanlar bir amaral vardı, kariyerinde hiç golü olmayan bir orta saha oyuncusuydu. onu anımsıyorum veli'yi her gördüğümde. hilbert'in takımdaki en iyi alternatif olmasına rağmen savunmadaki bazı eksiklikleri bugün yenen ikinci golde bir kez daha kendisini gösterdi. efe topu alıp çalım atıp dönüp ortayı yapana kadar çoktan bölgesine dönmüş olması gereken hilbert malesef gol olduğunda anca yetişti rakibine.

acil bir sağ bek takviyesi ve 4-4-2'ye dönüşten sonra orta sahanın sağında düşünülebilir hilbert. forvette de misal bugün mehmet&mustafa denenebilir, madem oynayacak gücü vardı ikinci yarıya da mehmet yerine bebe ile başlanabilirdi. geç kalınmış rotasyonlar (ki bebe sakattı biliyorum ama mehmet sezon başından beri yatmakta) beşiktaş'a playoff'ta bir şey kazandıracak gibi görünmüyor. ayaklarına kadar gelen ikincilik iddiasını bile elinin tersiyle iten futbolcuların derdi ne bilmiyorum, bilemiyorum.

son olarak fikret orman'ın temkinli açıklamalarını desteklemekle birlikte "beşiktaş'ın şampiyonluk adayı olması" konusunun bu temkinliliğe kurban gitmesini doğru bulmadığımı belirteyim. şu ligdeki futbol kalitesinde beşiktaş gibi bir takım her sezon her haliyle şampiyonluğa oynayabilmelidir. schuster ve hiddink'le başlayan "abartmayın o kadar da iyi değiliz" gerçekçiliği abartıldığında takımlara ve futbol kalitesine zarar verecektir. vermiştir de. zaten bu zihniyet sayesinde beşiktaş'ın başına carvalhal layık görüldü. bazı yorumcular da çıkmış "rıza çalımbay düşünülebilir, sonuçta deplasmanda fenerbahçe'yi 4-3 yenmişti" falan diyor. kendilerine derin bir "hadi ordan" armağan ediyorum.

bir zamanlar bu ülkedeki oyuncular ünlü futbolculara benzediği için onların isimlerini lakap olarak alıyorlarmış. mehmet özdilek'in "şifo" lakabı en bilinen örnek. o zaman şifo'nun benzeri olan mehmet beşiktaş'ı sırtlar götürürdü dün gibi hatırlıyorum. şimdi quaresma'nın simao'nun benzerleri değil bizzat kendileri bu takımdalar ancak şifo mehmet'in tadını vermiyorlar malesef..

26 Mart 2012

Saim Can Beritan - F1'e Şifreli Müdahale!

90li yillarin sonlariydi... Universiteye hazirlik maratonuyla gecen zamanlarin disinda bizler icin en buyuk eglence, kuskusuz televizyondu, o yillarda. Ne sosyal medya vardi hayatimizda ne de sifreli sinav polemikleri... Konvansiyonel medya flas gorselleriyle veriyordu OSS sorularinin calindigini, sinav arefesinde... Iste boyle bir Turkiye fotografinda kesfetmistim Formula 1'in renkli ve heyecanli dunyasini.



"F1'e Sifreli Mudahale" basligina baktiginizda, yukaridaki paragraftan hareketle, konuyu, OSS'deki sifre hadisesine baglayabilecegimi dusunebilirseniz. Ancak gelmek istedigim noktanin orasi olmadigini vurgulayarak biraz daha sabrinizi rica ediyor ve 90'lar nostaljisine devam etmek istiyorum.

Gunumuzun populer kavramlarindan biri olarak sifre kavrami ne tesaduftur ki yine 90li yillarda Turkiye'nin gundemine gelmisti. Cine5 adinda bir kanal, dekoder diye adini daha once hic duymadigimiz bir kara kutuyla hayatimiza birden girivermisti. Yillarca acik kanaldan izledigimiz futbol maclari ya da filmler sifreli verilmeye baslanmis yalnizca -belki de bir pazarlama stretejisi olarak- yayinlarin basi ve sonu sifresiz olarak izleyici ile paylasiliyordu. O zamanlar belki hayal dunyamin sinir tanimaz mesafeleri kat etmesinden belki de Turk Milli Egitim nosyonundan gecmisligimden*, izlemek istedigim futbol macinin ya da filmin basini ve sonunu sifresiz izler geri kalanini da ekran basindan ayrilmayarak diledigimce kendim tamamliyordum. Cogu zaman radyodan ses destegi alarak, fantazi futbolda ulastigim seviyeyi daha gercekci bir zemine cekme cabalarim dun gibi hafizamda...



Cine5'in 90'larda Turkiye'de ustlendigi -yukarida tasvir etmeye calistigim- bu misyonu bir kenara koyalim... Televizyonlarda sifreli olarak ilk kez yayinlanan "Temel Icgudu"nun, Cine5 araciligi ile Turkiye'de 80 kusaginin hayal gucunu, ondan sonra gelen kusaklara gore daha yaratici ve zengin hale getirdigini ancak simdilerde idrak edebildigimi itiraf etmeliyim...

Sonuc olarak,gectigimiz haftalarda Formula 'in yayin haklarini D-Smart'in aldigini ogrendigim gun bu yaziyi yazmaya karar verdim. 90'lardaki cocukluk donemim film seridi gibi onumden hizlica geciverdi, tipki start-finis duzlugundeki F1 araclarinin vinnlayarak gectikleri gibi... Ancak ilk sikanda pilotlarin yasadigi g-kuvveti misali ben de savruluverdim... NTV, Okay Karacan, Michael Schumacher, Juan Pablo Montoya, Istanbul Park, Ferrari ve daha niceleri...  

 90'larin ortasina kadar Besiktasimin maclarini TRT'de izlerken birden bire hayatima giren Cine5, Besiktasim ile arama uzak mesafeler koymustu... Simdi de Besiktasimin futbolun tum kulvarlarinda yaris disi kalmasina nazire yaparcasina, Formula 1'e yeniden merhaba diyen M. Schumacher'in, en azindan siralama turlarindaki iyi performansini firsata cevirmek isteyen D-Smart, F1'in yayin haklarini alarak,  Besiktasim ile arama girmeye cabaliyor sanki... Her seye ragmen Cine5'e kizmiyorum. Besiktasimi belki benden almisti ancak bana muazzam bir hayal dunyasi hediye etmisti. Peki sen D-Smart! Ne vaad ediyorsun bana? Formula 1 ve Michael Schumacher'in yaninda NBA ve Jeremy Lin'i mi?...Yoksa "Cocuklugumun Besiktas'ini mi?" 


* Ilkokuldan beri zihinlerimize kazinan, duz yazida giris ve sonucun onemi uzerine...

Zafer Karali - Mücadele İyi Hakem Kötüydü

Trabzonspor dün gece Colman, Alanzinho ve Zokora’nın orta alandaki performansıyla göze çarptı, bu üçlünün pas yüzdesi yüksek olunca Trabzonspor orta alanın ve oyunun hakimi oldu. Eğer kanatlarda Volkan ve Olcan biraz daha hareketli, biraz daha becerikli olabilseydi ve Burak egoizmden biraz uzaklaşabilseydi çok daha farklı bir skor da olabilirdi fakat tüm teknik analizleri gölgede bırakacak bir hakem skandalı vardı sahada. Öyle ki uluslar arası arenadaki en önemli hakemimiz Cüneyt Çakır'ın beklenmedik biçimde yaptığı hatalar güzel bir futbol gecesini mahvetti dersek yanlış bir analiz olmayacaktır.

Trabzonun ilk golünde faul yoktu, Galatasaray'ın penaltısı kesinlikle yanlış çünkü sekip gelen bir toptu. Gösterilen , gösterilmeyen kartlar bütünüyle yanlış, avantajlar yanlış, uzatmalar yanlış,…

Özetle çok zevkli ve futbol adına keyifli olabilecek bir geceyi hakem hataları nedeniyle bitse de gitsek modunda izledik.


25 Mart 2012

Murat Turfan - Atamayana Gene Attılar

Trabzonspor enteresan bir takım. Bloklarının üçünün aynı anda iyi oynadığı bir maç bu sezon izlemedik. Bu akşam Galatasaray savunma hattının top kullanma becerisi ve isteği Trabzonspor ileri uç elemanlarında özellikle Burak’ta olsaydı bu maç Trabzonspor lehine 3-0 biterdi. Burak kurtarıcı rolünün tam tersine son 4-5 maçtır takımı baltalıyor. Bir çalım atmak ya da 15 mt sprint atmak şut çekme hakkı getirmiyor yazık ki. Ayrıca – umarım yanılırım – Volkan’a defeatle atmadığı toplarda da artık bir art niyet arıyorum. Akşamın ve bu sezonun büyük bölümünün en formsuz insanı Şenol Güneş... Takım 1-0 öndeyken ve GS baskıyı arttırmış, buna yönelik Terim hamleleri gelirken oyuncu değişikliği yapmak ancak golden sonra aklına geldi. Volkan’ı defansa yardım etmediği için azarlamaktan mı bahar yorgunluğundan mı bilinmez. Ama iyice yorulan, savunma yapmayı bilmediği gibi top kayıpları ile takımı ekstra eksilten Alanzinho’yu çıkarmayarak aslında penaltıya Güneş sebep verdi. Olcan’ın en azından top ezme bakımından Burak’a eşlik etmesine engel bir hareketini de görmedik. Her zaman dediğim gibi “ Şenol Güneş, dünyanın en iyi teknik direktörü değil. Fakat Trabzonspor için dünyanın en iyi teknik direktörü.” İsteksizliğini, şevk yoksunu olmasını anlayabilir, futbol dışı pek çok şeylere de yorabiliriz. Ama bu şekilde kalması için de kafasına kimse silah dayamıyor. Umarım sorunları kronik ve çözülemeyen cinsten değildir de futbola renk katmaya devam eder. Akşamın Trabzon adına iyileri Zokora, Serkan ve tabii ki Colman’dı. Artık iyice maç seçtiğine emin olduğum tangocu bir ara kanatta dahi oynadı. Ama biraz daha hücum düşünmeli ve şut denemeli. Ceza alanı etrafında yakaladığı toplarda Burak’ı aramak yerine ilk sezonu gibi toplar çıkarsa hem skora hem de artık ezberlenen hücum varyasyonları açısından hocasına yardımcı olur.
 
Galatasaray bu akşam Elmander’i çok aradı. Kim ne derse desin ligin savunmayı ve hücumu beraber en iyi yapan takımı. İki stoperleri ve Hakan Balta haricinde herkes insiyatif kullandı ancak gerek Necati’nin gerekse Baroş’un topla oynamak yerine penaltı yaptırma hevesleri buna engel oldu. Kişisel görüşüm play off’ta çok sıkıntı yaşamayacakları yönünde. Gecenin eyyamcısı Cüneyt Çakır’dı bence. Maçı geren, anlamsız fauller ve kartlar vererek  ya da vermeyerek güzel İstanbul akşamında kötü bir iz bıraktı.

24 Mart 2012

Serkan Toral - Es-Es Paşa

Aylar sonra takımımı desteklemek için Eskişehir Atatürk Stadyumu'nda yerimi aldım. Uzun süredir şehrimizi etkisi altına alan soğuk hava (Eskişehir'in pis soğunu bilen bilir) nedeniyle, maçları sıcak evimde, ayaklarımı uzatarak izlemeyi tercih ediyorum. Ama çarşamba günü hava şartları futbol izlemeye gayet müsaitti.

Maça geçmeden önce biraz stadın zeminine değinmek lazım. Televizyondan izlerken kötü görünen zemin, biraz daha yakından çok daha kötü görünüyordu. Hava şartları mutlaka etkiliyordur, fakat sadece Eskişehir'de yağmıyor bu kar. Yeni bir stat yapılıncaya kadar, en azından zeminin yenilenmesi gerekiyor.

                                                         
Maça geçersek, tipik bir Türkiye Kupası maçıydı. Eskişehirli futbolcular ne işimiz var burada tadında takılırken, Kasımpaşalı futbolcular hayatlarında ilk defa top oynuyor gibiydiler. İlk yarıda direkten dönen top ve Batuhan'ın kafası dışında maç o kadar sıkıcıydı ki, 6 kişi izlemeye gittiğimiz maçın ikinci yarısını değişiklik hakkımız da dolduğu için 2 kişiyle tamamlamak zorunda kaldık.

2. yarıda ise bambaşka bir Eskişehirspor vardı. Futbolcular da biz seyirciler gibi, uzatmanın ağırlığına dayanamayacakları için oynamaya karar vermişlerdi sanki. 48. dakikada Kamara, 71. dakikada Batuhan, 79. dakikada da Dede'nin golleriyle maçı Eskişehirspor 3-0 kazandı. Batuhan'ın ve Dede'nin golleri izlemeye değerdi, özellikle Batuhan'ın golü. Maç düdüğüyle beraber başlayan Batuhan'ın hırsı bu golün habercisiydi. Sürekli pres yapıyor, top kapıyor, pas veriyor ve sürekli golü düşünüyordu. Eskişehirspor adına bu maçın en sevindirici yanı Batuhan'ın hırsıydı. Hem play-off, hem de Türkiye Kupası için bu hırsa tüm takımın ihtiyacı var. Kasımpaşaspor ise sahada yürümekten başka bir şey yapmadı. Eskişehirspor için kolay ve güzel bir maç geçmiş olsa da, maçın bir de üzücü yanı vardı. Alper Potuk'un elmacık kemiğinin kırılması gerçekten kötü bir haber oldu. Çünkü şu an takımın en önemli oyuncusu ve Eskişehirspor'un önünde en az 10 adet maç var. Muhtemelen özel bir maskeyle maçlara çıkacak, umarım bu maske onun oyununu fazla etkilemez.

                                                        

Maçın dışında Eskişehirspor ve Kasımpaşaspor taraftarlarının kardeşliği güzeldi. Bunlar futbol sahalarında görmek istediğimiz hareketler. İki takımı da el ele tribünlere çağırmaları çok hoştu. Fakat Kasımpaşa lehine tezahürat yapmaları, gol yersek onlar adına sevineceklerini belli etmeleri çok saçmaydı. Bu kadar kardeşlik, taraftarlığın doğasına aykırı geliyor. Son dakikada Kasımpaşa alehine verilen ofsayt kararı sonrasında taraftarların hakemi yuhalamaları çok güzeldi. Yuhalamalarının nedeni farklı olabilir, ama çok ütopik bir düşünce de olsa, ne zaman bunun gibi görüntüleri herhangi iki takımın maçında da görmeye başlarsak, o zaman futbol bize her zamankinden daha da fazla zevk vermeye başlayacaktır.

Maçtan dakikalara ve fotoğraflara buradan ulaşmak mümkün.

23 Mart 2012

Fatih Temizsu - Fikret Orman,Borussia Dortmund ve Beşiktaş'ın geleceği

    Bugün öğleden sonra Beşiktaş kulübü başkan adaylarından Fikret Orman ntvspor'dan Güntekin Onay'la Beşiktaş'ın geleceği üzerine sohbet etti. Fikret Orman'ın Serdar Bilgili döneminde altyapı sorumlusu olması dışında kendisiyle ilgili pek bilgim yok. 2004'te demirörene 162 oyla kaybettğini hatırlıyorum..



       Anladığım kadarıyla fikret bey öncelikle beşiktaşın dillere destan mali skıntılarına yönelecek. En doğrusu da bu.  3 5 günde başarı bekleyen yurdum kitlesine ters gelebilir ama medyadan takip ettğimiz kadarıyla beşiktaşın durumu öyle böyle değil. Düşünün son 8 yılda beşiktaşa 100 futbolcu gelmiş. Bunlardan biri yetenek fakiri tabata'ya sadece 8,5 milyon euro bonservis bedeli ödenmiş.(Belki de hala tamamı verilmiş durumda değil). Ve bunun karşısında avrupada hiçbir adam akıllı başarı olmadığı gibi, annemiz liginde de sadece 1 kez önde bitirmiş ligi Beşiktaş. Hal böyle olunca sürekli sermayeden bile olmayacak şekilde yemiş birileri. Götürmüş mideye lopur lopur.. E şimdi fikret orman önce küçülmekten bahsetmeyecek de ne diyecek. Aziz gibi 3 yıl üst üste şampiyon olacağız yalanını mı atacak. Kimse bunu beklemesin! Bizim zaruri olarak borç batağından ve haysiyetsiz futbolcu yığınından kurtulmamız lazım. Küçülmeyi yok olmak gibi görmek basiretsizliktir. Zira bunun gayet güzel örnekleri var.
      

 Almanların şampiyonlar ligini kazanmış 3 takımından biri olan  Borussia Dortmund 2001-2002'de aldığı şampiyonluktan sonra Bundes liga'yı 13. 9. 6.lık gibi sıralarda bitirdi. Doğru ve gerçekçi planlamayla giderek üst sıralara tırmandılar ve nihayet geçen sene Milli futbolcu Nuri Şahin'inde büyük katkısıyla iki Bayern önadlı takım leverkusen'in 7, münih'in 10 puan önünde kapadılar. Bu sezon da 26. hafta itibariyle yıdızlar takımı münih'in 5 puan önünde liderler... Demek ki doğru sistemli çalışmayla profesyonel duruşla en kötü pozisyonlardan zirveye çıkılabiliyor. Üstelik beşiktaşın işi dortmunda göre daha kolay. Zira onlar 13.lüğe kadar düşmüşler. Fakat beşiktaş, ligimiz yapısı gereği en kötü 5 6 bitiriyor. Fikret orman da bundan bahsediyor. Geleceği kurtarmak adına bir iki sezon kemer sıkarken en kötü 4. oluruz diyor. Adam sonuna kadar haklı. Bu ligin kalitesizliği sonucu 3 büyük takım marjinal bikaç sezon dışı hep ilk 3te olmuşlar. Yani bu takımın hali bundan daha kötü olamaz ki. Milyonlarca euro sokağa atıp 1 şampiyonluk ile bunca borca batacağına, iki üç sezon 2. bitirip borçsuz hale gelmek çok daha faydalı ve rasyoneldir. Yoksa UEFA kriterleri sonucu beşiktaş yok olur.
  Fikret Orman stadın 40 bin kişilik olacağını söylüyor. Ben de ilk duyduğumda hayal kırıklığı yaşadım. Fakat stadın bulunduğu yerin özelliği sonucu tüm mimariyi etkileyecek tipte bir projenin mümkün olmadığını vurguladı. Bunu duyunca anlamlı geldi doğrusu verdiği rakam. Yıldız oyuncularla problemi olmadığını da açıladı. Ama üzerinde durduğu en önemli şey kadro değil takım sahibi olmak. Bizim yıllardır hasretini duyduğumuz şey de bu. Eğer kadro değil takım sahibi olsaydık, manisaya 4 atıp boluya elenmezdik.. Bir başka dikkatimi çeken şey fikret beyin antrenörlüğe değil başkanlığa aday olduğunu belirtmesi oldu.. Bu çok önemli, çünki profesyonel yönetim anlayışının en temel şartı her yöneticinin kendi işini iyi yapmasıdır. En umutlandığım konu ise fikret beyin altyapıyla ilgili hedefleri. Çok iyi arama ve tarama yapmadan ne altyapıya ne de A takıma futbolcu almayacağını söyledi. Bu borç yığınının almış olmak için alınan yabancılara verilen paralardan olduğunu düşünürsek, çok haklı olduğunu anlarız. Bu yönde en önemlli faaliyetleri sanırım anadoluda ve avrupada kurmayı hedefledikleri pilot takımlar olacak. Ayrıca ''1 yıllık değil 4 yıllık hoca alırım.'' lafını çok tuttum. Hedefin ancak zamanla elde edilebileceğini düşünüyor. Katılmamak elde değil..
   Fikret Orman, Bilgili dönemi yöneticilik deneyimi ve listesi itibariyle Beşiktaşı düzlüğe çıkarabilecek biri. Popülist duruş sergilememesi, gerçekçi olması ve grup çalışmasına önem vermesi onu diğer adaylardan farklı kılıyor. Umarım 25 mart'ta kendisi Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanı Fikret Orman diye anılmaya başlar ve kara kartalı uçsuz bucaksız bulutlara uçurur!